Ay'a da çıktık Mars'ta yaşam projeleri ürettik, maddeyi parçacıklarına ayırdık derken insanlık tarihinin en zorlu dönemini bir grip virüsüyle yaşadık.
Aynı 1918 ile 1920 arasında yaşanan ve iki yıl içinde 2 milyardan az olan dünya nüfusunun üçte birini hasta edip tahminen 20 ila 50 milyon kişinin ölümüne yol açan grip gibi.
Bir anda hiç olduk.
Tüm dünya eve kapandık.
Aynı korkuyla aynı önlemleri aldık.
Ekonomik, teknolojik üstünlük işe yaramadı.
Bir virüs bize haddimizi bildirdi.
Eve kapandık.
Karı koca, evlat, anne baba, kardeş belki gerçek anlamda birbiriyle tanıştı.
Tek başına yaşayanlar, yalnızlığı tercih edenler, aslında ilk kez yalnızlığa mahkûm oldu.
Ne olduysa oldu bu süreçten hiç kimse girdiği gibi çıkmadı.
***
Sizi bilemem ama benim gözlemim iyiler kendi içine kapandı, kötüler gemi azıya aldı!
Yarım asırdır bu dünyadayım ben utanma duygusunun bu kadar yok sayıldığı bir dönem görmedim.
Kötüler sahneye çıkıp "yaptıysam yaptım ee?" arsızlığında...
Sırlar döküldü, toprağın merhametine kaldık.
***
Sadece mecazi anlamda değil.
Büyük şehirlerin büyük plazalarında oksijensiz ortamı yaşam alanı zannedenler bir baktılar ki aslında tek ihtiyaçları bir masa, bir bilgisayar...
Hayvanat bahçesinin kafeslerinde adım saymaya gerek yokmuş.
Değişmesi gereken bir düzen varmış.
Ben kaos seviyorum, şehirden ayrılamam diyenler ofisini eve taşıdı, tamam artık hazırım diyenler tası tarağı topladı kasabalı, köylü oldu.
Şehirde kalanlar küçük saksılarında, taşraya taşınanlar mendil kadar toprağında illa ki minyatür çiftçi olma hevesine kapıldı.
Bu heves öncesi, tam 12 yıldır büyük şehirden kopup bir kasabaya yerleşmiş biri olarak kendimi de katarak söylüyorum ki; evet toprak çok doğurgan çok bereketli ama bütün zamanını ayırmazsan nah sana ürün verir! Hadi her türlü şımarttın uğraştın, dış etkenler sana avucunu yalattırır.
Suyu çok verdin, az verdin, gübreyi ayarlayamadın... Tamam hepsini yaptın, böcek dadandı, salyangoz yedi, mantar oldu, pamukçuk soldurdu.
***
Şimdi bu yazıyı nereye bağlayacağımı biliyorum ama yine lafı çok uzattım.
Gönül bağımız sonsuz okur dostlarım bilir beni, uzatırım.
Bağlıyorum mevzuyu...
Toprakla bu kadar uğraşınca Şaman ruhun da uyanıyor.
Ottan, börtü böcekten bir farkın olmadığını anlıyorsun.
Emek verdiğin bir ilişkide (aile, arkadaş, çocuk, manita) beklediğin hasadı(!) alamayınca kendini suçlamamayı öğreniyorsun.
Ve oluruna bırakmayı... Beslediğin her ilişki çiçek açacak diye bir şey yok.
Bunda senin yanlışın da yok.
Ama ne yaparsan yap bin bir ümitle diktiğin ağaç meyve vermediyse ya da verdiği meyve büyümeden toprağa düştüyse artık uğraşma.
Küsme, kızma, vazgeçme...
Toprak senin sevgin... Emeğin merhametin... Karşılığını görmemek hoşgörün.
Bir daha dene... Hiç zorlamadan laf olsun diye gömdüğün, unuttuğun kayısı çekirdeği bakarsın yeşillenip ben buradayım der...
O seni bulur.
Hikâyen olur.