Son yıllarda yaşanan olgu ve gelişmeler, ülkelerde ve uluslararası alanda savaş retoriğinin güçlenmesine zemin hazırlıyor. Önümüzdeki ayların, yılların dünya halkları için zor geçeceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok.  

ABD, NATO ve AB ile Çin-Rusya arasında cereyan eden dünya hakimiyet mücadelesi sonucu yaşanan çatışmalar her ülkeye sıçrama potansiyeli taşıyor. Son yıllarda Suriye’ye “batılı emperyalist” güçlerin müdahalesi, Rusya’nın sahaya inmesi ile belirginleşen sürecin; Netenyahu’nun, “Orta Doğu’yu değiştireceğiz” açıklaması birbirinin devamı niteliğinde gelişmeler. 

Bir taraftan Finlandiya, Ukrayna ve İsveç’in NATO’ya katılım tartışmaları ile tarafların belirginleştirilmesi isteniyor, diğer taraftan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika ülkelerinin ekonomi birliği olarak ortaya çıkan BRICS ülkelerine; Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan bu yıl katılmak istediğini açıklıyor. 

Türkiye gibi az gelişmekte olan kapitalist ülkeler ise 2017 yılında Mehmet Şimşek’in dikkat çektiği gibi NATO’dan vazgeçmeden, BRICS ülkelerinin fon ve projelerinden azade kalmak istemiyor. Savaş durumunun yaratacağı fırsatların hayalini kuranlar, halkları ölüme sürüklemekten çekinmeyecekleri gibi pragmatizmin dibini sıyırtacak diplomasi manevraları gerçekleştiriyor. 

Pragmatizm ile hemhal olmuş diplomasi örnekleri bazı bölgelerde savaş aracılığıyla devam ettiriliyor. Çin’in Tayvan üzerinden ABD eliyle sıkıştırılması, Rusya’nın Ukrayna ile çatışma durumu; İsrail ve ABD’nin elini Orta Doğu’da güçlendiriyor. İsrail’in Filistin’e canice saldırısı ile birlikte ABD, Orta Doğu için “Biz hala buradayız” denilebilecek açıklamalarda bulunuyor. ABD bölgesel hakimiyetini kaybetmediğini göstererek, Orta Doğu ülkelerini İran’la kör dövüşüne zorlamak üzere baskı oluşturuyor. 

Çin’in ticaret savaşında ABD’ye görece atakta olduğu bu dönemde Çin, gelişen ekonomik hacminin gerilemesini istemediği için Rusya gibi keskin açıklamalar yapmaktan kaçınıyor. Batı ve Orta Afrika coğrafyasında ise 2020 yılından bugüne, “güvensizlik ve yolsuzluk” makyajları ile peş peşe gelen darbeler de emperyalist kutuplaşmanın tarafları arasında cereyan ediyor. 

Kısaca aktarılan tüm bu gelişme ve olguların işaret ettiği gerçek ise, emperyalistlerce paylaşılmış olan dünyanın yeniden paylaşımı planlanırken, bölgesel savaş durumunun uluslararası bir savaşa doğru evrilme riskini barındırıyor olduğuna işaret ediyor. 

Neredeyse tüm ülkelerde artan istikrarsızlık, güvensizlik ve halklara faturası bugünden kesilen ekonomik durum dünya halkları için umutsuz bir tabloyu da beraberinde getiriyor. Neredeyse her ülkenin egemenleri olası bir savaş durumunda “güçlü” çıkacak bir sıçramanın kendilerinden yana gelişeceğini umut ederek halkları savaş tamtamlarıyla sağır ediyor. 

Dünya savaşı ile birlikte Almanya’nın ekonomik ve askeri olarak İngiltere’ye ulaşması, Japonya’nın kapitalist hacimde yaptığı sıçrama deneyimleri hatırlatılarak, her ülke “aktif dış” politika haritası ile “zeki hamlelerle savaştan başarılı” çıkacağını iddia ediyor. 

Emperyalist savaşın gösterdiği ve tek değişmeyecek deneyimin ise halklara açlık, ölüm olduğu unutulmamalıdır. At izinin it izine karıştığı, atların değiştirileceği, ölü atların kırbaçlanacağı böylesi dönemlerde; halkların savaşa karşı örgütlenmesi tekil olaylarla sınırlı kalmamalıdır. Savaşa/savaşlara karşı oluşturulacak birlikler halklar için hayati önemde olacaktır.