“Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim. Arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye veda edeceğim” diyor Nilgün Marmara. Neden bu kadar acelesi vardı? 29 yaş ölmek için çok erken bir zaman. Nilgün Marmara’nın şiirleri, düz yazıları, Türk edebiyatını ve kendisinden sonra gelen şairleri derinden etkiledi. Yazı üslubu, dili kullanma becerisi, yazının ruhunu yakalamak ve hayata yeni pencereler açmak bakımından yazıya yeni bir boyut getirmeyi başardı. İyi bir eğitim alan Nilgün Marmara, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatını kazandı. O dönemde üniversite arkadaşları onun çoğu zaman dersleri asıp “garip bir kuş” olarak umutsuzlar merdiveninde oturup hayallere daldığından bahsederler. Muhtemelen o anlarda, tünediği o demir merdivenin basamaklarında dışarlıklı fanilerin anlayamayacağı bir şekilde, başka bir dünyanın kırlarında dolaşıyordu. Büyük ihtimal sayısız defterler doldurduğu şiirlerinin bir kısmını bu “umutsuzlar merdiveni”nde kaleme almıştı. Üniversiteyi bitirdikten sonra çok sayıda işte çalıştı. Hiçbir anlamı olmayan bu saçma işler ona göre değildi. Genç yaşta bipolar hastalığına yakalandı. Duygu durum bozukluğu olarak bilinen bu hastalık giderek ilerledi ve genç yazarı nefessiz bırakacak hale getirdi. Doktorların önerisi “okuma ve yazmaya ara vermesi” olduğunda, genç kadın bunu kesin bir dille ret etti. Tek tedavi olarak önerilen ilaçları ise kesinlikle kullanmadı. Entelektüel birikimi ve olağanüstü zekasıyla baş edebilmek ve onu tedaviye ikna etmek çok zordu. Nefes alabildiği ender anlar eşiyle birlikte Kızıltoprak’ta oturdukları evde dostlarıyla bir araya geldiği toplantılardı. Şiirlerini ve şarkılarını paylaştığı bu toplantıların başlıca müdavimleri Cemal Süreya, Ece Ayhan, Edip Cansever, Tomris Uyar, İlhan Berk, Küçük İskender, Cezmi Ersöz gibi isimler oldu. Şiirlerin ve şarkıların havada uçuştuğu bu toplantılarda söylediği caz şarkıları ve harika caz gırtlağı nedeniyle Cemal Süreya ona Scott Fitzgerald’ın eşi Zelda’nın adını verdi. Kırmızı Kahverengi Defterlerde tuttuğu günlüklerde “üzerimden trenler, kamyonlar, tırlar ve tüm araçlar geçiyor sana doğru yürürken bu sonsuz evcilik oyununda” diyen Nilgün Marmara bu dünyaya daha fazla tahammül edemedi. Cemal Süreya’nın dediği gibi “Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu” Yaşadığı kısa süre içinde çok sayıda kişiyi etkiledi. Ölümünün ardından Cezmi Ersöz "Kırk Yılda Bir Gibisin" adlı kitap yazdı ve Nilgün Marmara’ya ithaf etti. Bu kayıptan en çok etkilenenlerden biri de Ece Ayhan oldu. Ece Ayhan, Nilgün Marmara’nın intiharının ardından yazdığı "Meçhul Öğrenci Anıtı" adlı şiirde "Aldırma128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında.." diye acısını dile getirir.
Son söz 13 Şubat’ta doğum gününde andığımız Nilgün Marmara’nın olsun. İntihar ettiği güne kadar hayatı hep ölümün kıyılarında yaşadı ve bu dünyada kendini hep yabancı hissetti. Bu yabancılığı “Yabancıların En Yakınıydın Sen” şiirinde şöyle anlatır “… en yakın yabancı sendin, / daha sürülmemişken ışığın biberi yaramıza, / yaslanırken boşlukta duran bir merdiveni henüz. / güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız, / ilk yaz derken -kışı gözden kaçıran yüzlerce eller yukarı, / saygı duruşlarımız en güçsüz kollarla-/ çözüldü aşkın zarif ilmeği bulandı aynalar duruluğu. / çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık olduğunu../ yabancıların en yakınıydın sen!” Nilgün Marmara’yı ilk defa okuyacaklar ve yeniden keşfedecekler için bir parça tadımlık olsun istedik Nilgün Marmara’nın büyülü dünyasından sizlere. İlk defa okuyacaklar için Nilgün Marmara’nın dizelerinden kaybolmadan önce hatırlatmakta fayda var. Bütün olumsuzluklara rağmen yaşama sevincini yitirmemek lazım. Çünkü günün sonunda asıl olan hayattır!