Kovid-19’un görüldüğü Şubat 2020’den bugüne kadar büyük bir sınav verdik. Pandemide olduğu gibi kriz dönemleri, belirsizlikler ve sürprizlerle açıktır. Bu dönemlerde devletler gerekli tedbirleri alarak bu belirsizlikleri gidererek yaşanacak sürprizlerde hazırlıklı olmalıdır. Hem devlet varlığını hem de ülkesindeki mal ve hizmet üreten işletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri, olası tehlikelerden korunmaları ve bu tehlikeleri fırsatlara dönüştürebilmeleri, o devletin yönetim becerisine ve liyakatli kadrolarına bağlıdır. Dolayısıyla, sürekli değişen koşullar ve yaşanan virüs, yangın, deprem vs… karşısında uygun üretim politika ve uygulamalarına önem vermeyen devletlerin başarılı olma şansları oldukça zayıftır. Hala devam eden bu pandemi döneminde ne yazık ki iktidar üzerine düşen görevi batılı ülkeler gibi yerine getirememiştir. Hatırlarsınız, virüs başından beri, sürekli veya aralıklarla kapandık, çoğu işletmeler kapandı veya kısıtlı çalıştı. Üretimin en önemli faktörlerinden biri olan emeği, kendi haline bırakarak ayakta kalmaları için olumlu katkı sağlayamadık. Yine diğer bir faktör olan sermayeyi de erittik. İşletmeler dayanamadı ve kapılarına kilit vuruldu. Oysa dünya üzerinde birçok ülkede emek ve sermaye açısından güçlü katkılar sağlandı. İşletmelere bedelsiz sermaye katkıları ve emek içinde maaşlarının yüzde seksenine kadar bedelsiz ödemeler yapıldı. Yani üretimin iki önemli faktörünü ayakta tuttu ve korudu. Bu korunan iki önemli üretim faktörü ise üçüncü bir önemli üretim faktörü olan girişimci zihniyetinin canlı kalmasını sağladı.
Basit anlamda üretim faktörleri, doğa, emek, sermaye ve girişimciden oluşmaktadır. Tam ve ilave edeceklerinizle geniş anlamda bu dört maddeyi üretim kanadında istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Doğa, yeraltı ve yerüstü kaynak ve zenginliklerimiz, emek, beden ve fikri işgücü, sermaye, fabrika, makine teçhizat… Girişimci ise bu faktörleri üretim için organize eden düşüncedir. Bunlara ilave olarak sadece devlet politikalarından bahsetsem yeterli… Örneğin tütünü yasaklıyorum, şeker fabrikalarını kapatıyorum, üretimi desteklemekte ve sübvanse etmekte cimriyim, vergileri artırıyorum, pandemide geri ödemesiz destek vermiyorum ya da yok denecek kadar daha az destek veriyorum gibi birçok örnek vererek devletin, üretim politika ve uygulamaları üzerindeki etkisi, faktörler dışı önemli bir etken olmuştur.
Talebin olduğu her yerde üretim şattır. Üretmeden tüketemezsiniz. Tüketimin ve yatırımın olmadığı yerde üretimde olmaz. Bu karmaşık yapı en sağlıklı şekilde denge ile çözülür. Örneğin, o yıl domates iyi kazandırdı diye gelecek yıl herkes domates eker, tüketici sayısı değişmemiştir fakat fazla domates üretilmiştir. Bu nedenle domates para etmemiş ve üretici, yani çiftçi zarar etmiştir.
Türkiye dört mevsimin yaşandığı, büyük ve güzel bir ülkedir. Büyük Atatürk’ün “Türk insanı çalışkan ve zekidir” söyleminde olduğu gibi gerçekten de öyledir fakat iyi eğitim verildiğinde ve umutlarını kırmadığın sürece… Dünyada çok örnekleri var, en yakın zamanda Biontech aşısını iki Türk buldu. NASA’da çalışan çok değerli mühendislerimiz var. Ülke öyle bir hale gelmiş ki beşerî sermayemiz olan gençlerimizi “Beyin Göçü” söyleminde olduğu gibi kaybediyor ve yurt dışına kaçırtıyoruz.
Ekonomiler gücünü üretimden alırlar. Ürettiğiniz sürece güçlüsünüzdür. Üretimden vazgeçmeye başladığınız veya yetersiz üretim yaptığınızda güç zayıflar ve başka ülkelerin vicdanına kalırsınız, daha fazla dövize ihtiyacınız olur ve ona da dış güçler diyerek işin içerisinden çıkamazsınız.
Gelin üretimin ve üretimin planlamasının faktör dışı faktör olan devletinde yerini açıkça gösterecek bir örnekle açıklayayım. Domatesten başladık yine tarımdan devam edeyim herkesin her gün kullandığı ve mutfaklardan eksik olmayan ve son zamanlarda fiyatı ile gündeme gelen ayçiçeği yağından örnek vereyim. 5 litrelik yağın 20-25 liradan nasıl 95-100 liraya çıktığı son iki yılı inceleyelim. Türkiye’nin yağ ihtiyacı 3 milyon tondur. Yani, biz üç milyon ton yağı sağladığımızda, kendi ihtiyacımızı karşılamış olacağız, dışarıdan çekirdek veya ham yağ ithal etmeyeceğiz. Fiyatın kontrolü ülke içi girdilerle belirlenecek, fakat ayçiçeği üretiminde kullanılan ithal gübre ve akaryakıt döviz kuru değişikliklerine göre farklılık gösterecektir. Devlet, döviz kuru farklarını sübvanse ederse, üretici etkilenmeyecek ve üretimden vazgeçmeyecektir. Türkiye, ihtiyacımız olan yağın ancak yüzde 60 kadarını içerden kalanını dışardan ithal etmektedir. 2019 yılında çekirdek 2 bin 500 lira iken 2020 yılında 4 bin 400 liraya çıkmıştır. Ham yağda ise 2019 yılında fiyat 5bin 300 iken 2020 yılında 9 bin 400 olmuştur. İthal ham yağ fiyatları ise 2019 yılında 700 dolar, 2020 yılında ise 1.100 dolara çıkmıştır. Şimdilerde ise 1.450 dolar civarındadır. Yani lira olarak karşılığı 14 bin 280 TL’ye denk gelmektedir.
Şimdi olması gerekene gelelim; Türkiye’de ekilecek arazi mi yok? Var… Bunun cevabı, ülkemiz son 16 yılda ekilebilir arazi 23 milyon hektardan 19 milyon hektara düştü. Hani deniliyor ya iki Trakya büyüklüğünde araziyi ekmekten vazgeçtik. Neden? Bu soru ülkeyi yönetenlere sorulmalı… 16 yıl önce nüfusumuz 67 milyon ve nüfus yüzde 24 artmış, bir de 6 milyon Suriyeli var etti mi yüzde 33, buna karşın ekilebilir arazi 30 milyon hektar olması gerekirken 19 milyon hektara düşmüş, peki, çiftçi neden üretmekten vazgeçiyor? Tek sebep iktidarın ekonomi ve üretim politikalarını iyi yönetememesi. Örneğin, yağda ithal ettiğimiz 1,4 milyon ton yağı desteklerle kendi arazimizde eker dışarıdan yağ almayız, Rusya, Ukrayna, Bulgaristan ve Moldova çiftçilerini zengin etmeyiz… arazimiz var, yapar mıyız, yaparız. Biz paramızı beton zihniyetine yatırırsak, beşli çetelere ülkemizi döviz garantili soydurursak, çiftçiye destekleri yıllarca yerinde saydırırsak, yağ fabrikalarımızı ABD’ye, Suudilere satarsak, varın siz hesaplayın önümüzdeki günlerde yağı kaç liradan alacağınızı.
Sonuç olarak; tarımdan örnek verdik, mal ve hizmet üretiminin her kademesinde, sanayide, hizmet sektöründe ve tarımda uygulanan yanlış politikalar, genel ekonomide enflasyon, döviz kuru ve para politikalarında keyfi uygulamalar veya hiç uygulanmayan yapıcı politikalar sayesinde üretmekten yavaş yavaş vazgeçeceğiz.