İşsizlik, yoksulluk ve hayat pahallığından bunalan vatandaş, gözünü muhalefete çevirmiş, iktidar olması durumunda neyi nasıl yapacağını anlamaya çalışıyor.
Muhalefet; sadece iktidarı eleştirerek, “slogan”la siyaset yaparak “bunalım”dan çıkış reçetesini sunup halkı “ikna” etmeden seçim sandığında istediği, umduğu karşılığı bulamaz.
Çünkü; halkın “süslü” söze karnı tok, henüz kararını vermemiş, somut çözüm bekliyor.
Muhalefet; halka umut ve güven veren, çare üreten, ayağı yere basan uygulanabilir, gerçekçi bir projeyi sunamazsa; ülke yönetimine hazır olduğu konusunda “toplumsal” algı yaratamaz.
Muhalefet; neyi, nasıl, hangi yöntemle, hangi zaman diliminde, nasıl bir kadroyla yapacağını açık-seçik bir şekilde anlatarak seçmeni “ikna” etmelidir.
Seçmen; kimin aday olduğuna değil, nasıl bir program uygulanacağına bakarak karar verecek.
Bu arada; iktidarın da hiçbir parlak söylemi her 4 kişiden birinin ancak sosyal yardım alarak yaşadığı, her 4 gençten üçünün ailesinden aldığı “destek”le yaşamını sürdürdüğü, işsizliğin, pahallılığın ve yoksulluğun gündemin ilk sırasını işgal ettiği gerçeğini değiştirmez.
Ayrıca; halk ayrışma, gerginlik, çatışma, kutuplaşma istemiyor.
Geldiğimiz nokta, bütün farklılıklarımızla bir arada “onurlu” bir yaşamı inşa etmek zorunda olduğumuz bir noktadır.
Unutmayalım ki; endişeden, güvensizlikten, gelecek korkusundan arındırılmış, mutlu insanların yaşadığı bir Türkiye, iktidarıyla ve muhalefetiyle hepimizin “ortak payda”sıdır.
22 MİLYON SOSYAL YARDIMLA YAŞIYOR
KONDA’nın araştırmasına göre; her 100 hanenin 36’sı gelirinin giderinden eksik olduğu koşullarda yaşıyor.
Her 100 ailenin sadece 13’ünün geliri giderinden fazla.
Her 100 kişiden 80’i bugünkünden daha ağır koşullara kendisini hazırlamaya çalışıyor, umutsuz, çaresiz ve güvensizlik içinde…
Öte yandan; Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nün 2020 Yılı Faaliyet Raporunda açıklanan verilere göre; 2019’da 3 milyon 282 bin 975 hane sosyal yardımlardan faydalanırken bu sayı, 2020’de 6 milyon 630 bin haneye yükseldi.
Bu arada; TUİK’in verilerine göre de; sosyal yardım alan nüfus 22 milyona ulaştı.
Ayrıca; tarım sektörü, adeta “çöküş” sürecinde.
Yasaya göre her yıl milli gelirin yüzde 1’inin tarımsal desteğe ayrılması gerekirken tarımsal desteğe ayrılan pay 26 milyar lira. Oysa; milli gelirin yüzde 1’i 78 milyar lira. Ayrılması gereken yüzde 1’in 3’de 1’i kadar.
Türkiye gıda açısından dünya kendi kendine yeten 7 ülkeden biri iken bugün, 128 ülkeden tarımsal gıda ithal ediyor.
Türkiye; Hollanda büyüklüğünde bir tarımsal araziyi kaybetti. Tarım ve hayvancılık can çekişiyor.
Avrupa Birliği’nde çiftçi başına 125 bin lira destek verilirken Türkiye’de çiftçi başına verilen destek 5 bin lira.
Tarımda oluşan bu olumsuz tablo; Türkiye’nin bir “gıda krizi”ne sürüklenme ihtimalini gündeme getiriyor.
EKONOMİ STERİL ALAN DEĞİL
Ekonomi steril, arındırılmış bir alan değil, birçok alanla iç içe ve etkileşim halindedir.
Ekonomi; kuvvetler ayrılığı ilkesiyle, denge-denetim sistemiyle, yargı bağımsızlığıyla, adalet mekanizmasının tarafsızlığıyla, Merkez Bankası’nın ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun bağımsızlığıyla, kamu yönetiminde saydamlık ve hesap verebilirlikle, üniversite özerkliğiyle, basın özgürlüğüyle, öngörülebilirlikle ve “güven” unsuruyla doğrudan ilişkili ve etkileşim içindedir.
Bilelim ki; güven en büyük sermayedir. Güven kaybı; sermaye erimesi sonucunu verir.
Tüm bu “olmazsa olmaz”lar; yoksa pahallığı da, işsizliği, yoksulluğu da, Türk Lirasının değer kaybını da önlemek, ne yazık ki mümkün olmaz.
Sonuç olarak: Muhalefet; neyi, nasıl, hangi yöntemle, hangi zaman diliminde, nasıl bir kadro ile yapacağını açık-seçik bir şekilde anlatarak seçmeni “ikna” etmelidir. Seçmen kim aday olduğuna değil, programa bakarak karar verecek.