Yalakalığın son dönemde akıl almaz boyutlara ulaştığını herhalde hiç kimse tartışmaz. Artık yalakalık, soytarılık kişilerden kurumlara boyut atlayarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
ABD’deki Brown Üniversitesi’nin araştırması, Neuroscience dergisinde yayınlandıktan sonra konu ile ilgili yeni derin bilgilere sahip olduk; “Bazı insanlar, ‘yalakalık’ geniyle doğuyormuş. Araştırmanın detaylarına girmeden yanından teğet geçerek bir bilgilendirme ile devam edeyim. Beynin bir yanı söyleneni yaptırırken, diğer yanı tecrübelere dayalı hareket ettiriyormuş. DARP-32 adlı geni taşıyanlar beyninin sadece söyleneni yapma kısmını kullanıyorlarmış. Yani lafın kısacası adamlar kendilerini şöyle savunabilirler, benim suçum yok genlerimden kaynaklanıyor. Yani gensel ağabey diyebilirler. Biz de onlara çok kızdığımızda genlerinden geldiği için “yalaka oğlu yalaka” deme hakkına sahip oluruz, bu araştırmaya göre diyorum.
Osmanlı döneminde tarifeye bağlanan dalkavukluk önemli bir müessese haline gelmişti. Dalkavukluk, soytarılık ve yalakalık ciddi müessese olsa ne yazar diyebilirisiniz? Öyle değil, o zamanlar işi belli tarifesi belli, bugün mü işleri yine belli fakat tarifesiz çalışıyorlar. Yani yalaka tutturduğunu götürüyor. Tarife demişken o zamanlar yalaka beslemek de öyle herkesin harcı değil, aynen bugün olduğu gibi… Çulsuz adamın işi değil yani anlayacağınız. 20 para’dan tutunda, 600 paraya kadar tarife uzayıp gidiyor. Örneğin yüzüne mürekkep veya kömür karası sürme 37 para, Bostan dolabına bağlayarak manda gibi çevirme (bir devir için) 600 para tarife o kadar çok uzun ki sormayın gitsin…
Ben dalkavukluğun örgütlüsünü severim derseniz onu da örneklemek mümkün… Devletliye yazılan dilekçe örneğini gelin birlikte okuyalım;
“Devletli, inayetli, merhametli efendim! Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir.
Her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde İstanbul''da davetli, davetsiz iftarlara gideriz.
Ulemanın, ricalin ve devlet büyüklerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, tavukgöğüsleri, helvalar, kaymaklı baklavalar yer içeriz.
Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup, edebe uymayan tavırlarıyla velinimetimiz efendimizi gücendirmekte, zararı hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk, sağlam bir nizama bağlanmazsa, cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikârdır.
Yeni bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzların tart edilmesini, Şakir Ağa’nın cümlemize kahya tayin olunmasını ve eline memuriyetini bildiren bir kıt''a ruhsatname ihsan buyrulmasını niyaz ederiz.
Emir ve ferman, devletli, inayetli sultanım hazretlerinindir.”
İmzayı mı merak ettiniz, onu da tabii ki belirtelim; “Dalkavuk Kulları” nız.
Artık günümüz yalakalıkları, geçmiş yalakalıkları çok geride bırakan çeşitliliğe kavuşmuştur. Cinsiyet değiştirerek beraber olurumdan tutun da, karısını feda edenlere, hatta ‘göt kılı’ olmaya kadar. Hatta bütün edep kurallarını dümdüz ederek, karısı ile aynı yatakta çırılçıplak görse kıskanmayacaklarını açıklayanlara kadar, iş garip hale dönüşmüştür.
Bugün dalkavukluk, soytarılık her boyutta devam etmektedir. Kurumsallaşma öyle ortak dilekçe verme ile sınırlı da değil. Ortak dilekçe vermeler yerini ortak çağrılar yapmaya bırakmıştır. Artık gazete çıkarıyorlar, vakıflar, dernekler, sendikalar bile kuruyorlar. Yandaşlık da, yalakalık da, soytarılık da sınır sınırsızlık haline gelmiş. Şimdiki efendilerin soytarılarına vermiş olduğu akçeler öyle tarifeye de bağlı değil kim ne tutturursa yalakanın ünü itibarı(!) ile bağlantılıdır.
Ya gazeteci iseniz mürekkebi suratınıza püskürtüp dalkavukluğu, soytarılığı kabul etmezseniz, dalkavuk olmazsanız ne olur? İşsiz kalırsınız, son yazınızı bile yazmanıza izin vermezler.
Ya sendikacı iseniz yalakalıkta yani yandaşlıkta “bile dik duruş gerekir” gibi saçmalıkları ifade etmezseniz ne olur? Bir sabah, bir örgütle bağlantılı olarak gözaltına alınırsınız itibarsızlaştırılmaya çalışılırsınız.
Hukukçu, tıp öğrencisi, akademisyen, işçi hepsinin sonu benzerdir. Artık tarife yalaka olmayanlarda da bellidir.
Yayınlanmamış kitabınıza, hak arayışınıza, gerçekten dik duruşunuza ödeyeceğiniz bedelin tarifesi gözaltı tutuklamadır, cezaevidir… Kamu emekçisi isen durum da aynıdır, soruşturma, açığa alma ve işten atmadır.
Tarife demişken Napolyon’un bir savaş sırasında söylediği sözle satırlarımı sonlandırayım. Napolyon galip geldiği savaşın sonunda para için savaştığını belirtir, yenilgiye uğramış kuvvetlerin komutanı ise onur için savaştıklarını söyleyerek cevap verir.
Napolyon hemen yanıtlar; “Herkes kendinde olmayan için savaşır”.
İyi haftalar…