Kim sevmez sinemaya gitmeyi? Reklam sloganı gibi oldu. Bu günlerde sinema salonlarına gidemiyoruz. AVM’lerin kapalı ortamını, biz yazlık sinema çocuklarının pek sevdiğini söyleyemem, bilmem bu konuda bana katılır mısınız? Çocukluğumuzda anne ve babam çalıştığı için kardeşimle sürekli akrabalarımızda kalırdık. Sabah erkenden kalkar Mersinpınar’dan Çobançeşme’ye yürür Elif halamlara giderdik. Eve uzun bir yokuşun ardından ulaşırdık. O yokuş benim hep hayal kurarak çıktığım bir yerdi. Ne hayaller kurduğumu şimdi hatırlamıyorum. Orayı çok severdim. Çok fazla yaşıtım vardı. Hiç sıkılmazdım. O hayaller elele tutuşarak çıktığımız kardeşimin geride kalmasına bile neden olurdu. Onun,
“Efe, beni bekle yoruldum” cümlesiyle kendime gelirdim.
Annem, babam akrabalarımız sürekli kardeşime,
“O senin abin” diye telkinde bulunsalar da o kafasından, onun ismi Efe, abi değil diye geçiriyordu. Çünkü etraftaki herkes bana Efe diyordu.
Uzak olduğu için haftalık olarak kalmaya gittiğimiz anneannemlerde en çok sevdiğim şey hafta sonu sinemaya gitmekti. Aslanlar sineması en çok gittiğimiz yerdi. Afişler mutlaka gitmeden bir gün önce kontrol edilir. Yılmaz Güney filmi varsa ayrı bir mutluluk ve heyecanla sinemaya gidilirdi. Ben değil anneannem; Bir insan oyuncu izleyicisi tarafından bu kadar mı sevilir. Herkes neden bu kadar seviyordu anlamıyordum. Yılmaz Güney kimdi?
1937 Adana, Yenice doğumlu Yılmaz Güney, gençlik yıllarından itibaren sinemayla yakından ilgilenmiş, erken yaşta kısa hikâyeler yazmaya senaristliğe ve oyunculuğa başlamıştır.
1955 yılında yazmış olduğu bir öykü nedeniyle 1961 yılında 18 ay hapis ve 6 ay sürgün cezasına çaptırılan Güney, 60’lı yıllarda kendisini tamamen sinemaya adamış, oyuncu kimliğiyle ünlenmiş, ancak bu süre içinde siyasi bilincini geliştirerek, sanatına da siyasi bir yön vermeyi hedeflemiştir. 70’li yıllar, roman, senaryo ve yönetmenlik alanlarında Yılmaz Güney’in en verimli dönemi olacak, yapıtları yurt içinde ve yurt dışında büyük yankılar uyandıracak, ödüller kazanacaktır.
Siyasi görüşleri ve eylemleri gerekçe gösterilerek 72-74 arasında cezaya çarptırılan Güney, 1974’te Selimiye Cezaevi sonrası Arkadaş filmini yaparak, kesin bir şekilde tavrını ortaya koymuştur. Eylül 1974’te tekrar cezaevine dönen Güney, 1980 darbesi sonrası, yazılarından ötürü çeşitli davalara maruz kalarak 100 yıla yakın hüküm yemiştir.
Güney, özellikle Yeşilçam sinemasının tanışık olmadığı gerçekçiliği beyazperdeye taşıyarak Türk sinemasında kalıcı bir iz bırakmıştır. “Boynu Bükük Öldüler” romanı 1972 yılında ilk Orhan Kemal Roman Ödülü’nü, senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören’in (Yılmaz Güney’in hapishaneden direktifleriyle) yönetmenliğini üstlendiği Yol filmi 1982’de Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanmış; 1970 tarihli Umut filmi, SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) tarafından yüzyılın en iyi Türk filmi seçilmiştir.
Yılmaz Güney, 1981’de hapisten kaçarak yurt dışına çıkmış, 1984’te Paris’te hayatını kaybetmiştir.
Anneannemin bir akşam filmi izlerken ağladığını fark ettim,
“Anneanne neden ağlıyorsun?” dedim.
“Kardeşimi vurdular” dedi.
“Kardeşin kim?” dedim.
“Yılmaz Güney” dedi.
“Anneanne Yılmaz Güney senin kardeşin mi?” dedim.
“Kardeşten de öte” dedi. Dayım Fırat ile birbirimize baktık. Hiçbir şey olmamış gibi gazozlarımızı içip, çiğdem yemeye devam ettik.
Seyirci onu bağrına basmış, hanesine kabul etmiş. Nâzım Hikmet’in dizelerindeki gibi,
“…Ben oradan geçerken biri: “Amca, dese, gir içeri” Girip yerden selamlasam hane içindekileri” Yılmaz Güney bir gün gelecek ve hanemizin başköşesine oturacak gibi gelirdi.
Yılmaz Güney’in kitaplarını yıllar sonra İthaki yayınları tekrar bastı. Yol, Sürü, Umut, Arkadaş, Hudutların Kanunu, Seyit Han senaryoları, Selimiye üçlemesi olarak geçen Hücrem, Salpa, Sanık ve Boynu Bükük Öldüler romanları, Gençlik Öyküleri, Selimiye Mektupları… Yılmaz Güney külliyatı yeniden raflardaki yerini aldı. Bir zamanlar onu göğsüne basan hanesinin bir ferdi olarak gören izleyici yaşlandı. Köşelerinde, Yılmaz Güney gibi gençliğin onları bulmasını bekliyorlar. Bu yazıyı okuyanlar Yılmaz Güney adını ilk defa duymuyorlardır. Bugün bir Yılmaz Güney kitabı okuyun veya filmini izleyin.
Mahalleye döndüğümde kimseye bir şey anlatmamıştım. Hatta Mülkinaz anneannemle yaptığımız sohbeti unutmuştum ta ki arkadaşlarla Yılmaz Güney’in bir film afişi önünde kendimi buluncaya kadar. Onlara döndüm,
“Yılmaz Güney dayım olur” dedim. Güldüler önce inanmadılar. Sonra ciddi bir şekilde tekrarlayınca sorgulamadılar. Yalan mı? Anneannemin kardeşi annemin dayısı olmaz mı?
“Yılmaz Güney dayım olur” ona göre ayağınızı denk alın…