Bir Doğuş şarkısı söyletiyorum bazen hayatıma:
“Aramızda uçurumlar söz konusuyken”
Uçurumlarda tenzilat varken hazır
Uçalım, hadi uçalım
Ben nasıl olsa
Bu müsveddelerin ortasında yalnızım.(*)
Ne güzel bir yarışma programıydı o. Bak kaç yıl geçti aradan, hala hatırlıyorum ben. Mehmet Ali Erbil’in henüz bu kadar sevimsiz olmadığı, ailemizin ergen haylaz çocuğu kontenjanından sevildiği 90’lı yıllarda, bayıldığımız ‘Değiştir’ yarışması. Yarışmacılara şarkı söyletip ‘değiştir’ denildiğinde yarışmacının başka bir şarkı söylediği, hem söyleyeni hem izleyenleri gülümseten, değiştiremeyenlerin elendiği yarışmadan söz ediyorum. Bunca yıl sonra aklıma gelmesinin nedeni belli. İçimizden bir komut habire ‘değiştir’ diye bağırırken hiçbir şeyi değiştiremiyor oluşumuz, ekran karşısında yıldızlar gibi kayan rakamlara gözümüze far tutulmuş tavşanlar misali bakakalışımız, kıpırdayamaz hallerimiz… Sürekli fena halde eleniyor oluşumuz, üstelik gülemiyor oluşumuz. Formatını bile bilemediğimiz bir yarışmada muhtemelen halimize gülenler olduğunu biliyorken, ne halt edeceğimizi bizim bilemeyişimiz…
Örgütsüzlüğü, mücadelesizliği bu kadar uzun süre, inatla, ısrarla tercih eden bir toplumun başına ne gelebilirse o geliyor aslında da gel sen bunu yüreğine anlat, ‘e çok normal’ deyip köşene çekil. Köşene çekilmeyip köşeye döşensen ne yazar, alavere dalavere ile köşeleri kaç kez dönmüş köşegenler bayram yaparken!
Çocukken annenle baban arasındaki yokluk konuşmalarından, babanın öfkesinden, annenin çaresizliğinden ve bu nedenle paradan nefret ederken, tam da köşene çekilip torun torba sevme hayalleri, yurt dışı olamasa da gezip göremediğin ülke güzelliklerini sayıklarken, karşılaştığın şu hale bak! Tek konuşulan para, tek düşünülen bugün nasıl bitecek, yarın ne olacak? 12 yaşındaki çocuklarına bile hayallerinin çalındığından söz ettiren bir ülke! Gelecek korkusu yerini bugün korkusunu bırakmış, yaşanmakta, bu yüzden çok daha yakıcı, üstelik böylesi bir ilk.
Sabah akşam sadece döviz kurlarının yükselişini (aniden düşüp sonra yeniden yukarıya gidişini) konuşarak yoksullaşmamamızı, biz yoksullaşırken birilerinin tomar tomar para istifleyişini canlı yayında izliyoruz. Her birimiz cebi delik ekonomist kesilmişiz. ‘Biri tutmuş, biri kesmiş, biri pişirmiş, biri yemiş, biri de hani bana hani bana demiş’ diyen ekonomistler sınıfından ama.
Bu kadar dolar/Euro/altın takip edip, siyaset takip edip, haksızlık hukuksuzluk takip edip de bir yandan işinizi gücünüzü yapacak takati nasıl buluyorsunuz? Sahi nasıl buluyorsunuz?
Kestane kebap fotoğrafları paylaşıp nasıl kandırabiliyorsunuz kendinizi mesela. Doğalgazlı evlerde, soba yok, kestane desen 60 lira, kestane yerine hayallerimiz çatlıyor, çıtırdıyor, yanıyorken içimizde…
İçinden para geçmeyen cümleler kurulmadan konuşulmaması, havadan sudan bile bahsedilemeyişi, en az yaşadığımız berbat hayat kadar berbat.
Ucuz lafların çalılarına takılmadan yazı yazmaya çalışmak bir azap…
Uçuruma doğru yol alan bir otobüste hostesin çay kahve ikramına sevinmek gibi asgari ücrete sevinmek; ‘emeklilere de isteriz aynı zamdan’ demek de öyle.
Şili’de birleşip güç olmuş bir halkın sevincine bir yandan sevinip bir yandan halimize kahırlanırken, lüzumsuz bir Polyannacılıkla kendimi kandıramayacağım. Kötülükler coğrafyasının çaresiz ruhları olarak, gerçeği kabul etmek/görmek, kendini kandırmaktan daha az acılı geliyor bana; belki sadece banadır bu. Televizyon karşısında içim geçmiş, sonra bir uyanmışım ki uyuduğum yerden devam ediyor aynı berbat film gibi.
Koca bir yıl bitiyor, hanginiz yeni yılda ne yapacağız programı konuşuyorsunuz? Kaçınız yılbaşı alışverişine çıktı? Eşe dosta, çoluğa çocuğa ufak tefek mutluluk hediyeleri aldı mesela?
Çok mu pesimistim, çok mu karamsar? E o zaman hiç yapmadığımı yapıp bir fıkrayla neşelendireyim sizi, yazıya da nokta koymuş olayım hem.
Temel New York’ta gökdelen inşaatında çalışırken dengesini kaybetmiş ve tepe taklak düşmeye başlamış, bir taraftan da sayıyormuş: 50, 49, 48, 47…. 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2.” İkinci kata gelince mırıldanmış:
“Rabbim sana şükürler olsun, buraya kadar sağ salim geldim, bundan sonrası 1-2 metre…”
“Uçurumlarda tenzilat varken hazır
Uçalım, hadi uçalım.”
****
(*)Didem Madak, Ah’lar Ağacı