Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği başkanlığını yaptığım 1968 yılında, 10 Kasım’la ilgili bir değerlendirmeyi Öğrenci Birliği gazetesinde yapmışım. İki paragrafını aktarıyorum:

“Her 10 Kasım’da onu, daha kötümser olarak mı anlatacaktık?  Her yıl bugün, yaptıklarımızın hesabını vermemiz izinde yürüdüğümüzü eylemlerle ortaya koymamız gerekmez miydi? İyiye ve güzele giden bir Türkiye’de onun görüşlerinin zaman içinde doğrulandığı, istediklerinin bir bir yerine getirildiğini söylemeyecek miydik? Bugün ise neyiz ve neredeyiz? Yürekler acısı bir Türkiye var elimizde. Dış borçlara gömülmüş, ödeyemediği için bağımsızlığının pazarlığı yapılmış, içte ise eğitimden tarım ve sanayiye kadar tam bir düzensizlik içinde çalkalanmaktadır.

… Her türlü zenginliğe gebe Anadolu’dan yeni bir Türkiye kurma çabasına giren Atatürk, yeraltı kaynaklarımızın yabancılar tarafından işletildiğini, yönetici olarak seçilen kişilerin hâlâ yabancı zengin ülkeler olmazsa yaşayamayız sloganıyla bağırdıklarını görseydi tüm inançlarını yitirirdi. Kurduğu düzenin, bu kadar kısa zamanda yozlaştığını görmek ölümden acı gelirdi ona. Yoksul halkının her geçen gün ezildiği; azınlığın demokrasi adı altında ülkeyi sömürdüğü, çalışan dürüst insanların hor görülüp, üçkağıt metotlarının namusluluk diye yutturulduğu Türkiye’yi tanıyamazdı.”

Bu satırlar 55 yıl önce 21 yaşındaki bir gencin değerlendirmesi.
Bugün de para bulmak için kapı kapı dolaşıp ülkeyi pazarlamaya çalışanlar var.
Sadece yeraltı kaynaklarımız değil, fabrikalarımız, şirketlerimiz de yabancıların elinde.  Nerede ise piyasa oluşumunu onlar belirliyor.
Bizim yapmamız gereken “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkede yaptıklarını anlamak, içselleştirmek ve o doğrultuda gitmektir.

Atatürk’ün kurduğu kurumları dağıtmak, fabrikaları satmak, yüzümüzü batı medeniyetine değil Arap kültürüne döndürmek O’nun düşüncelerini yok etmez. Bugün bu ülkede özgürlüğü içselleştiren herkes bunun Cumhuriyet devrimlerinin bir sonucu olduğunu biliyor.
Bugün yok edilmeye çalışılan Atatürk’e, sağ kesimin bakışını 1968’de şöyle değerlendirmişim:  

“Bugün sağ kanat Ata’yı dinsiz olarak bilmekte, laikliğin dine karşı olduğunu savunmakta, korkmadan halifelik özlemi çekmektedir. Bu zihniyet camide vaizin “önce Müslümanlık sonra Türklük gelir” sözlerine karşı çıkan bir öğrenciyi, bir subay kurtarıncaya kadar kovalıyor. Vaiz genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna önderlik edenleri “Selanik Dönmeleri” olarak nitelendiriyor, sevabı ve günahıyla tarihe biraz da eksik geçen bir Padişahı “Ulu Hakan” diye tanıtıyor.”

Halife olamayanlar var ama bu özlemi bu dönemde dillendirenler olmadı mı?

Ulu Hakan dediklerinin ismini her yere verseler de İngiliz zırhlısına binip kaçan padişahı kurtarıcı gibi göstermeye çalışsalar da inandırıcı olamıyorlar. Kendi yandaşları buna inanabilir tabii ama ulusumuzun büyük çoğunluğu oynanan oyunun farkında.
Gençlerimiz günümüzde dünyada harikalar yaratıyor, müzikten spora, matematikten fiziğe dek dünya birincilikleri yaşıyorlar ve bize yaşatıyorlar. Onların düşünceleri bizi geleceğe güvenle taşıyacak.

Atatürk’ün 100 yıl sonrasının temellerini sağlam attığı gerçeğini kimse değiştiremez.