4 Mayıs 1906 günü sabahın ilk saatlerinde Kordon’daki gemiler Pire Limanı’ndan kalkan bir geminin İzmir Limanı’na girdiğini müjdeleyerek çalıyordu.
Pasaport iskelesinde ellerinde çiçekler ve konfetilerle bekleyen İzmirlilerin pruvasını yeni yeni seçtiği geminin içinde İzmir’de doğmuş ve yaşayacakları hayatlar sonrasında yine doğdukları şehirde ölecek çocuklar vardı. Bu çocuklara İzmir’in 11’i deniyordu. Atina’daki olimpiyatlarda göğüslerinde gümüş madalya ile dönüyorlardı.
Başlarında hocaları olan, Herbert Octavious Whithall vardı. Herbert’ın ailesi İngiltere’nin Manchester şehri menşeyliydi. Kendisinin babası, Manchester’da kuru meyve işi yapan bir fabrikada çalışırken İzmir’e gönderilmiş, İngiltere’ye ithal edilecek malların tespitinde ve ithale hazırlanmasında görev almıştı. Abdülhamit döneminin şartları gereği İngilizlerin iş kurması, işi yürütmesi, Türklerden daha kolaydı zira Abdülhamit rejimi, iktidarını sürdürebilmek için İngilizlere çeşitli tavizler vermiş, bu tavizlerin içinde de Türkiye’de kurulan İngiliz şirketlerinin ülkeye vergi vermemesi de dahil olmuştu. Velhasıl Whithall kuru meyve ihracat şirketi böyle kurulmuş ve Herbert büyüyüp işi devralana kadar işler yoluna girmişti. Herbert, otuzların ortalarındayken kendisinin ve ailesinin durumu baya iyileşmişti. 1880Ler civarı, ana vatana yaptıkları bir yolculuk sırasında orada oynanan “futbol” adındaki bir oyunu keşfetti. Newton ve St Mark’in (Daha sonra bu iki takım Manchester United ve City adını alacak) yaptığı maçtan büyülenmişti ve aynısını kendi şehri İzmir için de düşündü.
Gelir gelmez faaliyetlere başladı ve en nihayetinde Bornova Futbol Kulübü böyle kuruldu. Bugün Bornova Orduevi ve Yavuz Selim İlkokulu’nun karşısında, 159 sokak ve 162. sokağın kesiştiği yerde olan heykel, tam olarak bu gelişimlerin sonucunda oynanan ilk futbol maçının anısına dikilmiştir.
Herbert’in açtığı yolda, İzmir ve Türk futbolu başlar. Artık her haftasonu Bornova çayırında maçlar oynanır. İzmir şehrinde de Rumlar ve Ermeniler kendi takımlarını kurmuştur. Türkler, henüz baskıcı Abdülhamit rejiminde yaşadıkları için bir “kulup/dernek kurma” hakkına sahip olmadıklarından uzaktan bakmaktadırlar olanlara. 1906’ya girildiğinde şehre gelen haber Nisan ayında Atina’da olimpiyat denilen antik zamandan beri yapılan bir yarışmanın Fransız biri tarafından tekrardan organize edildiğini bildirir. Şehirdeki Rum takımları heves etseler de açıkcası Türkler ile benzer fukaralığı paylaşan Rumların maddi gücü Atina’ya gitmeye, orada 1-2 hafta kalmaya ve geri gelmeye üstelik bunu 20 kişilik bir kafile ile yapmaya yetmemektedir.
Kordondaki şimdinin İzmir Ticaret Odası binasının olduğu yerde olan Spor Kulübünde bu konuşulunca Herbert olaya balıklama atlar. İzmir, en iyi topçularıyla olimpiyatlara gidecek orada temsil edilecektir. İzmir’in 11’i böylece kurulur. Forvet hattını komple Whithall ailesinin oluşturduğu, Defansı Giraudların koruduğu ve kalede Edwin Charnaud’un olduğu takımın başına geçen Herbert, takımı 23 Nisan’da Atina’da düzenlenen merasime yetiştirir.
Açıkçası olay asla kazanmak, madalya almak değildir. Orada, herkesin olduğu yerde İzmir’in de var olduğunu göstermektir. Kazanmak, rakibini bir şekilde def ederek kazanmak o yılların spor anlayışında yoktur. Dahası, yaklaşan savaşın sesleri varken, insanların birbirlerini incitmeden böyle mücadele edebilmelerini göstermektir tüm olimpiyatların amacı. Tüm savaşların gereksiz olduğunu göstermeye çalışır Bay Pierre de Coubertin. Olimpiyat oyunlarının tek amacı gelecek savaşı durdurmak için naif bir çaba olmasıdır.
Oysa bugün, yani son bir haftadaki olimpiyatları izlerken bu amaçtan ne kadar uzaklaşıldığını görebiliyoruz. İnsanlığın bir arada mücadele edip, rakibine saygı duyup, en iyisini seçmesini ve onu ödüllendirmesini bizzat bir savaşa dönüştürmüş durumdayız. Bu uğurda, hakkında bir kanıt olmayan kadınları, Cezayirli Imane Khelif’e iftira atabiliyoruz. Onu yeterince kadın gözükmediği için, elimizde bir kanıt olmadan erkek olarak yaftalayabiliyoruz ve bundan bir çıkar elde etmeye çalışanları görmezden geliyoruz. İçimizde birikmiş şeytanların, böylesi bir yerde ortaya çıkıp nefret kusmasına, hatta bu nefreti milliyetçilik adına, kadını korumak adına aslında pek de derdimiz olduğunu düşünmediğim şeyler adına yapabiliyoruz. Adil oynamayı, çalışmayı, emeği hor görebiliyor, sadece ama sadece madalyaya uzanmak için açıklarımızı kötülükle kapatmaya çalışıyoruz.
Bu yazıyı okuduğunuzda 2024 Paris Olimpiyatlarının son haftasına girmiş olacağız. İzmirli çocukların göğüslerinde madalya ile geldikleri olimpiyat, bazı düzenlemeler neticesinde resmi olimpiyat oyunları olmaktan çıkarılıp ara oyun sayılmasının üzerinden bir elli sene geçmiş olacak. Görünen o ki çoktan Bay Coubertin’in bu oyunları düzenleme amacı unutuldu. Ama umarım bari son haftada, bu yazıyı okumuş İzmirliler Bay Herbert’in paylaştığı heyecanı ve spora sevgisini paylaşır. Kimseyi üzmeden, şeytanlarını ortaya salmadan keyif alır insanların birbiriyle savaşmadan mücadele etmesinden. Ve belki bir gün, içinde göğüslerinde madalyalar olan İzmirli çocuklar bir vapurla Pasaport’a yanaşırlar.