Büyük Defter-Kanıt-Üçüncü Yalan… (Yapı Kredi Yayınları) Agota Kristof’tan bir süre önce okuduğum, “üçü bir yerde” diye niteleyebileceğim oylumlu, sürükleyici olduğu kadar düşündürücü bir roman. Okumaz Yazmaz (Can Yayınları) ise tek otobiyografik metni. Kendini anlatıyor.
Macaristan’da geçen çocukluğunu, rejim değişikliğine dayanamayıp henüz yirmi bir yaşındayken eşiyle birlikte İsviçre’ye sığınmasını, aradan yıllar geçse bile o farklı coğrafyaya ve dile bir türlü alışamamasını kırk sayfada özetliyor.
Feyza Zaim’in dilimize kazandırdığı bu kitabın yazarı Agota Kristof 1935 Macaristan doğumlu. 1956’da kaçıp yerleştiği İsviçre’nin Neuchatel kentinde yaşamış, bir saat fabrikasında bir süre çalıştıktan sonra romanlarının yanı sıra tiyatro oyunları da yazmış. 2011’de aramızdan ayrılmış, Büyük Defter, onun tanınmasını sağlayan ilk romanı olmuş. Kitaplarında savaşın dehşeti ve bunun insanlar, özellikle çocuklar üzerindeki etkisi, öteki olma durumu, göçmenliğin sorunları, anadil ve kimlik üzerindeki izleri anlatılıyor.
Çocukluğunu anlattığı kısa anlatılarda özellikle anneannesinin anlattığı masallardan, yaptığı küçük yaramazlıklardan, kendilerinin ve çevrelerindeki insanların yoksulluklarından söz ediyor. O zamanlar Macaristan büyük ölçüde Rusya’ya bağımlıdır. Bu bağımlılık Macaristan’ı alttan alta kaynatır. 1953’te Stalin öldüğünde Rusya’nın muhaliflerinden balet Rudolf Nureyev şöyle der: “Stalin’in öldüğü gün dışarı çıktım, kırlara gittim. Olağandışı bir şeyler olmasını, doğanın bu faciaya bir tepki vermesini bekledim. Hiçbir şey olmadı, ne yer sarsıldı, ne bir işaret geldi.”
Kristof da, anlatısının ilerleyen başka bir bölümünde, “Asıl hesaba sığmayacak bir şey varsa o da diktatörlüğün Doğu Avrupa ülkelerinde felsefeye, sanata ve edebiyata verdiği zarardı. Sovyetler Birliği, dayatmacı ideolojisiyle bu ülkelerin ekonomik kalkınmalarına engel olmakla kalmayıp onların ulusal kültürlerini de boğup yok etmeye çalıştı. (…) Bu noktada, yaşadığı çağı ve ülkesini –nefret ve aşkla, üstelik mizahi bir yaklaşımla- eleştirmekten ve yerden yere vurmaktan asla geri durmayan Avusturyalı büyük yazar Thomas Bernhard’ı anmadan geçemeyeceğim. 12 Şubat 1989’da öldü. Onun için ulusal ya da uluslararası yas ilan edilmedi, sahte gözyaşları dökülmedi, belki gerçek gözyaşları bile dökülmedi. Edebiyat için ne kadar büyük bir kayıp yaşandığını yalnızca aralarında benim de olduğum sadık okurları fark etti. Thomas Bernhard bundan böyle yazamayacaktı. Daha da fenası, ardında bıraktığı yazılarının yayımlanmasını yasaklamıştı” diye yazmış.
Yazarın İsviçre’de mutlu olduğu söylenemezdi. “Çöl burada başlıyor işte. Sosyal çöl. Kültürel çöl” diyordu. Devamla, “Buraya gelirken bir şeyler bekliyorduk. Beklediğimiz neydi bilmiyorduk ama kesinlikle bu değildi. Bu kasvetli işgünleri, bu sessiz akşamlar, bu değişime kapalı sürprizsiz, umutsuz, donuk hayat” diye ekliyordu.
Yeni, başka ve ilginç kitaplarda tekrar buluşmak üzere… Keyifli okumalar dilerim.