Irk veya mezhep aidiyeti üzerinden yapılan siyaset uzun zamandır gündemde. Bir zamanlar Amerika’da siyahların beyazların gittiği okula gidememesi, aynı otobüse binememesi gibi bir durum bu. Bugüne gelindiğinde bir siyahi ABD’de başkan oldu. İngiltere’de başbakan Hint kökenli, İrlanda’da da başbakan Pakistan kökenli, yani esmer, kahve tenli kişiler.
İktidar ortaklarının, yandaşlarının sürekli partilerin liderlerinin köklerini açıkça sorgulamasının adı faşist yaklaşımdan başka bir şey değildir.
İki anımı aktarayım; Birincisi, 1968’lerde gençlik hareketleri sırasında, ülkücülere, 'Siz nasyonal sosyalistsiniz' dedik, bize cevap verdiler: 'Biz nasyonal sosyalist değil, milliyetçi toplumcuyuz.'
İkisi de aynı, fakat sizinle mücadele edenlerin bilgisi bu kadar.
İkincisi, 1985’te İran’ın güneyinde Hürmüzgan bölgesinde deniz inşaatları yapıyoruz. İşi alan STFA inşaat, ben de projeler müdürüyüm. Bir ara personel müdürümüz odama geldi. O dönemde Türkiye’de Ermeni karşıtlığı körükleniyordu. Bana dedi ki, 'Ben devletimi seviyorum, bana diyor ki eşinden ayrıl. Tabii ki ayrılırım ama çocuğumuz ne olacak?'
Sorunun yanıtı yaşamın içinde. İki kişi birbirini sevmiş, evlenmiş ve çocukları ile bütünlük oluşturmuşlar. Kendisine dedim ki, 'Siz aile birliğinizi koruyun, bu propagandalar gelir geçer.'
Sadece Türkiye’de değil, dünyada yaşanan gerçekler var. Bazı vatandaşlar, aidiyet nedeni ile bazı gruplarla evlenmekten kaçınır. Türkiye’de bazı köyler arasında evlilik yapmayanlar da vardı, halen de var olabilir. Ancak bir gerçek var ki; binlerce yıldır Anadolu topraklarında yaşayanlar değişik evlilikler yaşadılar. İstilacılar geldi geçti. Osmanlı döneminde Osmanlı ordusu Balkanlardan Yemen’e, Kuzey Afrika’da Mısır, Libya’ya kadar akın gerçekleştirdi. Osmanlı askerinin bir kısmı orada kaldı, evlendi. Bir kısmı eşini aldı getirdi.
Ayrıca kendi ülkelerinde eziyet çekenler Osmanlı devletini vatan olarak seçti. Bunlar arasında 1492 yılında İspanya’da engizisyondan kaçan Musevileri sayabiliriz. Kısaca Anadolu aidiyeti ne olursa olsun, insanların birleştiği, bir arada yaşadığı toprak oldu. Milliyetçilik akımını kullanarak 1900’lerde iç savaş çıkartma çabalarını da bir kenara not edelim.
Aidiyet dediğim zaman, kültürel değerlerden söz ediyorum. Adetlerini, gelenek ve göreneklerini, anadilini korumak da her vatandaşın doğal görevidir.
Anımda söz ettiğim, aidiyetler nedeniyle kişilerin ve toplumların ayrılması bugüne kadar, provokatif olarak, gerçekleşemedi. Türkiye gittikçe birbirini daha iyi anlayan insanların vatanı oldu.
Gelelim siyasal partilere; bir lider kendini ülkedeki Müslümanların lideri olarak tanıtıyor ve desteği buluyordu. Bu görünüm azalsa da devam ediyor. Bir diğeri Türkleri ben temsil ederim, bir başkası ben Kürtleri temsil ederim diyordu. Hala diyorlar ama, bu yaklaşımlar geride kalıyor.
Seven sevdiğiyle beraber oluyor, yaşamını ortak kuruyor. Bunun yaratacağı sevgi ortamı, ayrıştırmacı siyasetçilerin işine gelmiyor.
Sözün özü, Aidiyetler bebeğin seçimi değildir. Aidiyetinin kültürünün yaşatılmasını ise herkesin kendi seçimidir. Halkı birey olarak kabul edip ortak sorunlarımızı çözmek için çabalarsak, yarınlarımızın daha aydınlık olacağı gerçeğini görmeliyiz.