Sabahtan beri sokakta bir ses...

Postaaa postaaa!

Öğlen oldu...
Akşam üstü...
Ses hala bağırıyor postaaa postaaa!
Dedim ki komşulardan birine bugün ne çok posta geldi!

***

Meğer sağır duymaz uydurur kulaklarım beni yanıltmış.
Karşı komşularım, canım arkadaşlarım Özlem ve Emrah, baktıkları onlarca kediden birinin ortadan kaybolduğunu fark etmişler.
Bağıran onlarmış. Ve duyduğum ses posta değil Nokta diye haykırıyormuş.
Benim de arada sokakta karşılaştığım siyah tüylü sarı gözlü o güzel kedicik yani. Adı Nokta imiş.

***

Mevzuyu öğrenince diğer komşulara da haber verdik başladı herkes sokakta ‘Nokta’ diye bağıra bağıra dolaşmaya.
Ben üç yan evin bahçesinde siyah bir kedi görünce heyecandan delirdim. "Nokta gel kızım gel annen baban seni çok merak etti" dedim hemen geldi.
Kucağımda mırmırrr.
Bir yandan Nokta'yı arayan diğer komşulara bağırıyorum "Buldum buldum burada!"
Mahallecek hepimiz coşku içindeyiz.
Ama Emrah koştu geldi ve dedi ki "Bu Nokta değil Panter, bizim diğer çocuk."
Pöfff bütün moraller sıfır.
Nokta ortada yok.
Akşam oldu sağdan soldan sesler duyuyorum. Noktaaa!
Kimsenin içi rahat değil. Benim de.
Arada bir komşularla bahçeye çıkıp sesleniyoruz. Belki duyar da feneri nerede söndürdüyse gelir belki diye.

***

Bu yazıyı yazdığım saatlerde Nokta'dan hala bir ses yoktu.
Bence baharın coşkusuna kanıp bir yerlerde takıldı. Döneceğine eminim. Sonucu size bildiririm.
Benim İzmir’i bırakıp bu kasabaya yerleşme sebeplerimden biri de buydu işte.
Çocukluğumda kalan ama artık yaşadığım şehirde yok olmaya başlayan mahalle kültürünü yeniden solumak…
Küçülmek… Eksilmek… Ama aslında daha da güçlenmek.
İşte tam da bu duygularla yaz kış yaşamaya karar verdiğim ilk yıl bir peri masalına denk geldim.
Alaçatı Ot Festivali’nin ilk senesi.
Ben de o sıra boyumdan işlere kalkmışım otel restoran açmışım onunla ilgilenirken…
Bir baktım otelin önünden festival korteji geçiyor.
Sakin ama çok neşeli.
Siyasetçi protokol karmaşası yok. Burada yaşan emekçi kadınlar süsledikleri traktörlerin üzerinde. Saçlarında papatyadan taçlar… Nasıl güzel, nasıl bir çocuk tablosu.
O gün demiştim ki iyi ki buraya yerleştim!

***

Sonra ve ama çok kısa bir süre sonra, mevcut yerel yönetimin amiyane tabiriyle sallamadığı, önemini yitirdiği bu festival bir çadır tiyatrosuna döndü.
Rezillik oldu rezillik.
Ekrem Oran Belediye Başkanı olunca durumu toparlamaya çalıştı. Festivalin kurucularından Ayhan Sicimoğlu’nu Alaçatı ile tekrar barıştırdı mesela…
Ve bu yıl Sicimoğlu tekrar geldi.
Ama sorun büyük.
Dört günlük festivalin ilk günü korkarak ne var ne yok diye gideyim dedim.
Daha stant alanına adım atamadan bir kargaşa bir gürültü… Ambulans, çevik kuvvet, yunuslar… Dedim ne oluyor…. Önümden sırtından bıçaklanmış kan revan içinde biri geçti.
Sol tarafımda roman bir anne bir çocuğu yerde tekmeliyor. Ki büyük ihtimal kendi çocuğu…
Bir adım attım bir anne ve çocuğuna ellerinde sağdan soldan kopardıkları çiçekleri satamadıkları için sinirlenen yine roman çocuklar şerbetli lokmaları fırlatıp eğleniyorlar.
Korku filmi gibiydi.
Koşarak evime kaçtım.
Bir kasabada festival var ve o eğlenceye kasabada yaşayanlar korkudan katılamıyor.
Biz yaklaşık on yıldır bunu yaşıyoruz.
Peki bu kimin festivali?

***

Alaçatı’ya başka bir büyükşehirden yerleşmiş hekim dostumun ilk gün yorumunu sizinle paylaşmak isterim:
“Misafirlerim vardı festival için gelen, o yüzden alandaydım. Taze otların satıldığı stantları çok seviyorum. Festival için gelen dostlarımı da oraya yönlendirdim. Ama ne yalan söyleyeyim dilimi 100 lira otlu börek, sarma ve incik boncuklu hediyelerden hepimize gına geldi. Etkinlik alanları dağınık, kalabalıktan yorulup takipte zorlanıyor insan. Ve evet Roman kültüründe müzik, dans varken, bu konuya kanalize edilebileceklerken niye kriminal vakaların, kadın ve çocukların sefil dilencilik, kavga ve tacizin odağında olmalarına izin verildiğini anlayamadık. Evimize geri döndük. Belki de sığındık demeliyim.”

***

Çeşme’ye yeni yerleşmiş bu dostumun hislerini biz her yıl yaşıyoruz.
Yaşadığım kasabanın festivaline ben katılamıyorum çünkü biz yerlilerden başka herkes bir karmaşada.
Sevgili Başkanım Lal Denizli’nin vizyonuna ve bu durumdan rahatsızlığına çok inanıyorum.
Bu yıl da olmadı.
Gerçek festival belki 2025’e…
Hayat Çeşme yerlisine de keşke bayram olsa!