Bayram 31 Temmuz ama namazı bir hafta önceden kılınıyor, hem de Ayasofya’da. Bunun için yerlere halılar döşeniyor, duvarlarda freskler görünmesin diye önlerine perde çekiliyor. Herhalde başka “mobilyalar” da konacak. Bir bakacaksınız ki manzarada Ayasofya’dan eser yok.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında kilise Ayasofya’yı cami yaptı. İtilaf devletleri İstanbul’u işgal etti. Dört yıl sonra 1923’te Atatürk İstanbul’u geri aldı, Ayasofya’yı da öyle. Sonuçta 1453’te cami olan bir mekânda namaz kılınıyor. Tabii ki Ayasofya’nın tarihi önemi yadsınamaz. Sadece mimari, teknik ve kullanılan malzemeler üzerine yüzlerce kitap yazıldı. 27 Aralık 527 tarihinde tamamlanan bu yapıda 10 bin işçi 5 yıl çalıştı. Yapıyı yaptıran İmparator Justinian (Jüstinyen) kiliseye girdiği zaman “seni geçtim Süleyman!” dediği, bunun da Tevrat’ta adı geçen Süleyman Mabedine gönderme olduğu rivayet edilir.
Ayasofya Cumhuriyet’ten sonra bakanlar kurulu kararıyla 24 Kasım 1934’de müze yapıldı.
Şimdi namaza açılıyor. Buna itirazı olan da var, daha fazlasını isteyen de. Karşı olanların bir kısmı ateist olduğundan olabilir, turizm açısından, dünya mirasını korumak yönünden olabilir. Bir yandan da freskleri sökün, onların altında namaz olmaz, mozaikleri kırın diyenler de var. Zaten hepsi oluyor. Gündemde Ayasofya olması nedeniyle, bu dünya şaheseri eser üzerinden AKP iktidarının yapmaya çalıştığı siyasete değineceğim. AKP iktidarı üretmekten, yeni eserler katmaktan çok yağmaya dayalı bir düzen anlayışına sahip. Bu anlayışın temelinde ise inşaat rantı var.
Yönettikleri ülke sanki kendi mallarıymış gibi hareket ederken tam bir mirasyedi havasındalar. AKP, vatandaşı birey olarak değil, tebaa olarak görüyor. Yoksulluk içindeki halkın bir kısmı ise buna katlanıyor. Katlanamayıp sesini yükseltenler kendini hapiste buluyor.
Kentlerde halkın ortak alanları yapılaşmaya açılarak yandaş yüklenicilere verilip, onların üzerinden milyarlarca dolar para edinildi. Oysa bu alanla daha önce sahiplerinin arazilerine imar düzenlemesi yapılırken “kamu payı” diye ellerinden alınmıştı. Bazı belediyeler bu alanlara küçük bir bina yaptıkları zaman bile mahkemeye verildiler ve o binalar yıkıldı. Şimdi alanlara gökdelenler yapılıyor, ne hakla? İktidarın getirdiği bir yasa ile halkın elinden alınan alanlara, kamu alanlarına, yeşil alanlara yükleniciler dozerle giriyor.
Sadece kentlerde mi oluyor bunlar? Tabii ki değil.
Rize’den Antalya’ya dek ülkenin her yerinde ne kadar doğa harikası varsa yükleniciler, mafya bozuntusu gibi oraya çöküyor. Ormanlara, binlerce yılda oluşan göllere, on binlerce yılda oluşan sahillere dozerler giriyor. Beton yapılar birilerine satılıp gidiyor, ardında oradaki doğal yaşamı tahrip edilmiş bırakarak.
Yerlide para yoksa yabancıda var. Daha doğrusu petrol zenginlerinin şımartılmış çocuklarının cebinde var. Ülkemizin yoksul ama gururlu insanlarına tepeden bakan bu kişilerin halkımıza verdiği üzüntü çok büyük.
Cumhuriyet döneminde yapılan tüm fabrikalar, tesisler satıldı. Osmanlı döneminde yapılan hanlar, saraylar yandaşlara peşkeş çekildi.
Şimdi sıra, Bizans döneminde yapılmış eserlere geldi.
Görünen o ki, dinsizin hakkından imansız gelecek sözündeki gibi bir gidişat var.
Buna “bir dur” denebilecek bir ortam, grup var mı? Tabii ki var.
Kadın cinayetleri, orman katliamları, kıyı işgallerine karşı direnenler, tepki gösterenler siyasi olarak bir muhalefet oluşumu yaratıyor. Seçimlerde bunun yansıması elbette olacak.
Nice bayramlara…