Aslında bir, iki, üç diye bir yazı dizisi olarak yazılabilecek bir konu bu. Ancak çok uzatıp sıkıcı olmamak için daha öz ve net yazmayı uygun gördüm. Duayen köşe yazarlarından tavsiyeliyim bu konuda.
Bisiklete binmenin bir ideolojisi olur mu? Bisiklete binmek insanı bir savunu bütününe sahip kılar mı? Bisikleti, insanları A noktasından B noktasına götüren bir araç olarak tanımlarken o A ve B noktalarına nasıl farklı bir açıdan bakabilirz? Bu soruların cevabını vermeye çalışacağım biraz. İdeoloji lafını itici, tehlikeli bulanlar “ideoloji” kısımlarını “düşünce bütünlüğü” olarak okuyabilir.
Bisiklete binen bir insanın çeşitli amaçları, endişeleri ve beklentileri vardır. Bunların başında eğlence ve hobi gelebilir. Bir insan “benim bisikletin ideolojisi ile alakam yok ben eğlenmek için biniyorum” diyebilir. Böyle düşünenleri bu noktada bırakalım ve yazının sonunda bu arkadaşlar bisiklete binince insan aslında nerede konumlanıyor, neye karşı durmuş, neyi savunmuş oluyor bir daha bakabilirler. “Yok ben bunlarla ilgili değilim” diyorlarsa halen amenna.
Bisikleti tanımlarken dile getirdiğimiz temel kavramların başında çevreci bir “ulaşım aracı” olması, sağlıklı yaşamın gereklerinden birisi olan egzersizi kolay ve eğlenceli yoldan size sağlayan bir araç olması gelir. O zaman bu iki noktayı açalım.
Otomobil yerine bisiklet ile ulaşımınızı sağlamaya bağladığınız zaman otomobile dayalı yaşam tarzını size dayatan herşeyin karşısına geçmiş oluyorsunuz. Öncelikle petrol tüketmiyorsunuz. Bu dünya enerji poltikaları ve enerji kaynaklarına bağlı olarak dünyada olan bitenleri düşündüğünüzde epey önemli bir duruş. Petrol tüketmiyor olmayı düşündüğünüzde, bu tavrınızı genişletme adına yapabilecekleriniz de aklınıza gelir ve uygulamaya başlarsınız. Örneğin kendinizi plastik kullanımı ve plastik atıkların dönüştürülmesi, bertaraf edilmesi konusunda daha bilinçli bulabilirsiniz. Çünkü petrol sadece otomobil yakıtı olarak kullanılmıyor. Bu sizi daha geniş bir “atık farkındalığı”na sürükleyebilir. Tüm atıkların geri dönüşümü (cam, metal, pil...) , çevreye verdiği tahribat vb. konularda daha bilinçli olma noktasına sizi taşıdığını görürsünüz bisikletin böylece.
Daha sonra enerji tüketimi konusu gündeminize gelir. Enerjinin nasıl elde edildiği, yenilenebilir enerji kaynakları, rüzgar enerjisi, güneş enerjisi... Sonra TES, HES, NES gibi kavramları sorgularsınız. “Acaba çocuklarımızın geleceği için hangisini savunmalıyım?” diye düşünürken bulabilirsiniz kendinizi. Küresel ısınmanın çevrenize getirdiği tahribatları görünce biraz daha anlaşılır olur tüm bunlar.
Ağaç gelir akla, hayvanlar gelir... Dünya üzerindeki özne-nesne ayrımı gelir. Ağaca, hayvana nesne muamelesi yapan, bu dünyaya en büyük zararı veren bu düşünce tarzından sıyrılıp kendinizle birlikte onları da özne yerine koyan bir dünyada bulursunuz kendinizi.
Tabi siz bu endişeleri taşırken bir başka cephede bunlar hiç geleceğe dair endişeler olarak görülmüyor olabilir. Yani o cephe herşeyi satılacak nesne ve kendisini dünyanın tek öznesi görüyor olabilir. Bu düşüncenin varlığı geçenlerde ete kemiğe büründü. Zurich Insurance Group ve Marsh & McLennan Companies ortaklaşa bir araştırma yayınladı. Araştırmada 136 ülkeden 12.411 üst düzey iş adamına, yöneticiye geleceğe dair ekonomik ve toplumsal riskleri ve duydukları endişeleri sordular. Ortaya çıkan listede "Küresel Isınma" ve "İklim Değişikliği" yok! Hatta ilk onda bile değil. Yani dünyanın üst düzey ekonomi ve iş çevresinde görevli yöneticiler "Küresel Isınma" ve "İklim Değişikliği" ni geleceğe dair risk olarak görmüyor. İlk üçte ; İşsizlik ve eksik istihdam, mali krizler ve ulusal yönetişimdeki başarısızlıklar var.
Öte yandan otomobile dayalı yaşan tarzının baş aktörlerinin hiç değinmediği şeyleri farkedebilirsiniz. Trafik kazalarına bağlı ölümler, harcanan paraları (bizim paramız) kısa sürede “hiç” eden köprü, otoyol, kavşak,tünel yatırımları... Çünkü dikkat ederseniz bu yatırımların hiç birisi çözülmesi gereken sorunu (trafik yoğunluğu) çözmüyor. Çünkü ancak bisiklete binmeye başladıktan sonra duyabileceğiniz bir laf ile karşılaşıyorsunuz. “Yol yaparak trafik sorununu dünya üzerinde çözmüş bir şehir yoktur.“
Otomobile bağlı yaşam tarzının getirisi olarak bazı toplumsal sağlık sorunları da var. İlki çevre kirliliğine bağlı sağlık sorunları. Bunu yukarıda yazdıklarım içerisinde okuyabiliriz. Bir de kişisel sağlık sorunları var.
Bisiklete binmeye başladıktan sonra motorlu araçlar ile bisiklet arasında eşit ve demokratik olmayan bir alan paylaşımı olduğunu görürsünüz. “Aynı ülkede, aynı bayrak altında, aynı anayasa ile hepimiz eşit haklara sahibiz” söyleminin aslında hiç de öyle olmadığını bisiklet selesi üzerinden daha net görürsünüz. Çünkü şehirlerde motorlu araçlara daha fazla alan ve ayrıcalık sağlandığını, bunun üstelik devlet ve yerel yönetimler tarafından yapıldığını görürsünüz. En basit anlatımıyla devletin otomobil sahibi olan yurttaşları için daha fazla yatırım yaptığını görürsünüz. Bazen bazı aklı evvellerin “canım otomobil sahibi olanlar daha fazla vergi ödüyor” dediğini duyar gibi oluyorum. Daha fazla vergi ödeyenin daha çok hakka sahip olduğunu savunmak ile aynı şey. Savunusuna geçmek bile zul. Hal böyleyken sadece bisiklet kullanabilir alanların değil yürünebilir alanların da azlığı gözünüze çarpar. Konu böylece durağan yaşam/hareketli yaşam eksenine geliyor. Bu da sağlık konusu kapsamındadır.
Peki sağlık sorunları, sağlığa dayalı çevrenizde ve dünyada olup bitenler sizi nasıl bir ideolojik kapsam içine alabilir ki?
Bisiklete binmeye balşadıktan sonra, bisikletin size sağladığı egzersiz fırsatı sayesinde bazı kazanımlar elde etmeye başlarsınız. Dolaşım, eklem, kas gibi önemli sistemlerinize olumlu katkısı olmaya başlar bisikletin. Kısacası daha az hasta olmaya başlarsınız. Sevdiğiniz bir şeyi yaptığınız ve bu tutkunuzdan mahrum olmamak için için normalde sizi rahatsız eden iklime dayalı koşulları yenmeye, onlara karşı önlem alamaya başlarsınız. Bu da sizi yağmura, soğuğa karşı daha bilinçli, dayanıklı ve özgür kılar. Bu da fiziksel dayanıklılığınızı arttırır. Az hasta olan insanlar özelleştirilmeye başlanan sağlık sisteminin karlılığı için, ilaç sanayi için, yeni hastalıklar icat edip daha çok ilaç satmak isteyenler için hayal kırıklığı demektir. Siz böylece o çevreleri hayal kırıklığına uğratan (kızdıran) insan kategorisine girmiş olursunuz bisiklete binerek.
Öte yandan besin yolu ile sağlığınızdan olmak da mümkün. Bugün paketlenmiş ve doğal olmayan bir çok besin ürünü satılmakta ve siz bunları almak için süpermarketlere ya da büyük AVMlere gitmek durumundasınız. Oysa AVMler siz oraya bisikletiniz ile gelebilesiniz diye yapılmadı. Otomobil ile gelmeniz için yapıldı. Bir AVM'ye bisiklet ile giremezsiniz ama tarladan yeni toplanmış taze ve doğal ürünlerin satıldığı bir semt ya da kasaba pazarında bisikletinize iki heybe çanta takıp içinde geze geze alışverişinizi yapabilirsiniz.
Bisiklet sizi AVM'ye değil semt pazarına götürür,
Bisiklet sizi herşey dahil tatile değil tertemiz ormana, koylara, dağlara götürür,
Bisiklet geçip gitmenizi değil durup farketmenizi sağlar,
Bisiklet sizi almaya değil yapmaya yönlendirir,
Bisiklet ile görülmeyi değil görmeyi istersiniz,
Bisiklet ile götürülmeyi değil gitmeyi istersiniz,
Bisiklet ile öğretilmeyi değil öğrenmeyi istersiniz.
Bisikletin insanı A noktasından B noktasına götürmesi dediğimiz şey aslında biraz da budur.