Yazar ya da şair olmanın bu kadar itibar göreceğine ölsem inanmazdım. Meğer ne kadar önemliymiş. Bazıları yazar ya da şair olduklarını kişisel kartlarına bile yazdırıyorlar: Falan Filanoğlu / Yazar-Şair. O şekilde tanıtılmaktan hoşlanıyorlar. Bazısı kendini öyle tanıtıyor: “Merhaba, ben yazar Falan Feşmekân.” Daha ötesi de var: Kimisinin 5-6 tane unvanı var: Yazar, şair, editör, avukat, öğretmen, yayıncı vs… Ben hiç yapmadım öyle bir şey. Ben emekli bir öğretmenim, hepsi bu. Haa, şu zamana değin şu kadar kitabım yayımlanmışmış; o benim meselem. Gıyabımda birileri “Hazret aynı zamanda yazardır” demişse ona karışamam. Ama ben kendi kendime “Ben yazarım!” demem. Züldür zaten, ayıptır. Çok derin bir eziklikten kaynaklanıyor olabilir. Eziklik eziklik, evet!
Bir edebiyat sitesinde gördüm: Yazarın Odası diye bir şey. Neymiş, diyerek bakayım dedim. Şuymuş: Hazırlayan kişi, yazarın bir yakınıyla konuşuyor. Ona, yazarın çalışma ortamını soruyor. Diyor ki mesela, “Efendim, eşiniz/arkadaşınız Falan Filan, yazılarını nasıl bir ortamda yazıyor? Yani yazma rutini nedir?” Karşısındaki bu soruyu ciddiye alıp döşeniyor da döşeniyor. Yok efendim yazarken mutlak sessizlik istermiş, yok efendim klasik müzik dinlermiş, öncesinde meyve yermiş, sade kahvesini içmeden satır yazamazmış, vesaire vesaire… Sallayın gitsin, başka gören bilen mi var sanki!?
Bazı ünlü yazarların nasıl yazdıklarını ben de merak ederim ama dikkat, “ünlü yazarların” Sözgelimi, Yaşar Kemal’in yazmak istediklerini ormanda yaptığı uzun geziler sırasında tasarladığını bir yerlerde okumuştum. Orhan Kemal, metinlerinin birçoğunu kahve köşelerinde kaleme almış. Başka bazı (ve tanınmış) yazarların kentlerden uzak bir yerlere gidip çalıştıklarını duymuştum. Alçakgönüllülük olsun diye söylemiyorum: Faraza benim hangi ortamlarda yazmayı tercih ettiğim kimi ilgilendirir ki! İnsanın kendi kendini o kadar da önemsemesi, ne bileyim, bana biraz tuhaf geliyor.
Twitter’da gördüm. Genç bir kadın yazar var: İbretlik! Aklı fikri güzel görünmekte. Bir dergi için kendisiyle röportaj yapan zat, (mealen söylüyorum) “Efendim, şöyle daha belirgin başka bir fotoğrafınız varsa…” diyor, yazarımızı bir telaş alıyor: Acaba göndereceği fotoğraf şöyle boydan mı olmalı, yoksa yüzünün güzelliğini fark ettiren şu mu olmalı?” Kızımızı almış bir tasa ki, sormayın gitsin. Kahroluyor zavallı.
Yazarlar/şairler tanınmalı mı, bilinmeli mi? Ben bu pek edebi (!) tartışmada “bilinmeli” tarafında oldum. Yazar/şair olan kişi toplumda yüzüyle değil, yazdıklarıyla olmalı, dedim yazdığım dergilerde. Bu köşede de “görünme hastalığı” üzerinde durduğumu hatırlıyorum. Gerçekten de bir film artisti olsaydım, boy boy fotoğraflarımın her yerde olması tabii ki mutlu ederdi beni. Ama değilim, hiç olmayacağım. İster inanın ister inanmayın, kitap fuarlarında bile görünmek zoruma gidiyor.