Ben ne zaman çevre yolundan Denizli’ye doğru gidersem gideyim, Kuyucak’tan geçerken o yöne uzun uzun bakarım. Sanki Sabahattin Ali’nin o çok bilinen romanının kahramanı Yusuf’u görecekmişim gibi… Ha keza, aynı zamanda doğum yerim de olan Manisa’nın çarşılarında gezinirken sanki karşıma birdenbire Yusuf Atılgan çıkacakmış gibidir. Bir süre önce gezip gördüğüm Üsküp’te de gözlerim Yahya Kemal’i aradı. O zaman anladım ki benim için değerli olan coğrafya, orada vaktiyle yaşamış olan gerçek sanatçılardır. Kırşehir’i sevişim Neşet Ertaş yüzünden sözgelimi.

İzmir’e gelince… İzmir’i sevişimin en başta gelen nedeni, emperyalist güçlerin oyuncağı işgalcilere karşı ilk kurşunu atan Hasan Tahsin, Yunan ordusunun kalbine kadar girip Gazi Paşa adına casusluk yapan Gâvur Mümin ve Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusu Öğretmen Kubilay gibi gerçek yurtseverlerin bu coğrafyada yaşamış ve mücadele etmiş olmalarıdır.

Bugün ise açık yüreklilikle söyleyebilirim ki aynı gururu, Ekrem Akurgal’ın dediği gibi, “Ege Kültürünü Dirilten Yazar” Yaşar Aksoy için duyuyorum. Gerçekten de Yaşar Aksoy’un İzmir’in kültür ve sanat hayatına katkısı hiç de az buz değildir. O, İzmir’i tarihsel derinliği içinde kavramış ve öyle sevmiş gerçek bir aydın, sabırlı bir öğretmendir. Çalıştığı gazetelerde, gittiği panel ve bilgilendirici toplantılarda İzmir’i hiç bilmediğimiz yönleriyle anlatmış, emperyalizme karşı ulusal bilinç ve kültürü savunmuştur. O, çağımızın gerçek bir Kuvayı Milliyecisidir. Yayımlanan ellinin üzerindeki kitaplarında yurt sevgisi ağır basar.

Şu sıralar elimde onun 40 yıl süren araştırmaları sonucunda kaleme aldığı Gâvur Mümin adlı kitabı var, onu okuyorum. O kitapta “Çanakkale, Kanal Harekâtı, Doğu Cephesi gibi muharebelerde çarpıştıktan sonra, emperyalizmin işgali altındaki bir ülke ve şehirde, melon şapka hatta Yunan üniforması giyerek işgalcilere katılan ve yıllarca Gazi Mustafa Kemal’in casusluğunu yapan bir Türk subayının efsanelere ve karanlıklara karışmış çarpıcı yaşamı, vatan sevgisi ve Yunan zindanlarında işkence içinde geçen yıllara anlatılıyor.” (…) “… yine ilk kez Kurtuluş Savaşı için canları pahasına mücadele veren gizli direniş örgütleri gündeme getirilerek, nice isimsiz kahramanı olan vefa duygusu pekiştiriliyor.”

İzmir’i “denizi kız, kızları deniz” koktuğu için değil, daha yaşanılır, daha anlamlı ve değerli kılan “insan”larıyla sevmektir doğru olan. Attilâ İlhan’ıyla, Samim Kocagöz’üyle, Salâh Birsel’iyle, Şükran Kurdakul’uyla, Nahit Ulvi’siyle, Dario Moreno’suyla, Ayhan Işık’ıyla, Turgay Gönenç’iyle, Sancar Maruflu’suyla ve elbet Yaşar Aksoy’uyla sevmektir.

Gerisi laf-ı güzaftır!