Bir toplumun yarısına yakını, belki de daha fazlası her itirazında, her hareketinde, zaman zaman davranışlarında bile birtakım kısaltmalarla bağlantılı olarak değerlendiriliyor ve boynunda bir yafta ile yaşamaya mahkum ediliyor.

Yaftalanmak için yüksek sesle bağırmaya, isyan etmeye, haklarınızı almak için yürümeye falan gereksinim yok, yapacak potansiyelinizin varolduğuna ikna olmuş bir otorite birimi sizi hızlıca etiketleyebilir.

İtiraz edecekler, muhalif olacaklar, olabilecekleri tahmin edebilen bir medyumluk sistemimiz geliştirilmiş olsa gerek ki, daha muhalif olunmadan önlem alınabiliyor.

Tam buna da alıştık -sosyal medya soruşturması geçirmemiş olanlar reşit sayılmaz, çocuk yaşta gözaltına alınanlar kazai rüşt ile reşit olurlar- geleneği oluşmuştu ki, otoritenin, sadece ses çıkartma potansiyelleri olanları değil, tüm toplumu hazır ola davet ettiğini ve ancak bir kısım azınlığı-onlar ki hazır ollarını çok önce göstermiş olanlar- istisna tuttuğunu da öğrenmeye başladık.

***

İki farklı olay, aynı günlerde yaşandı.

İlkinde, soğuk bir kış gününde bir bankanın önünde boyun atkısını maske şeklinde ağzının üstüne sarmış bir çocuk vardı. Mavi elbiseleri ile kendisine yaklaşan kolluk görevlisi önce kafası ile çocuğa ellerini cebinden çıkartmasını işaret ediyor ardından ise babasının nerede olduğunu soruyor, çağır babanı gelsin diyor, 900 lira da fazla çeksin cümlesini ekliyordu.

İkinci olay ise, şarkılarından çok geçmiş zamanlı linç girişiminden tanıdığımız, kafası karışık bir ünlü vatandaşın, rahat koltuğuna otururken çekilmiş bir resminin yanında bir açıklama ile kamu bankalarından aldığı kredinin ertelendiği, kamu bankalarının yerine özel bankalardan kredi almış olsa idi donunu bile alabileceklerine ilişkin beyanı ile süslenmiş bir gazete köşesinde gerçekleşmişti.

Bir ülkeye, bir devlete vatandaşlık bağı ile bağlanmanın hukuki sonuçları üzerine bir karşılaştırma; iki farklı eşitin resmi geçidi, bir sıradanlıkla bir biatın ekranlara, basına yansıyan yüzü.

Elbette, oturmuş demokrasilerde, bir çocuk elleri cebinde bir devlet görevlisi ile konuşamaz, ne haddine; hangi şartlarda dışarı çıktığı bilinmeyen bir babanın, çocuğunu yanına almasına ilişkin kesilecek ceza, sadece bir para cezası olarak kalmamalıdır, ceza ağdalı bir şekilde otoritenin tüm ağırlığı ile bir çocuğun ve babasının kafasının üzerine çökmelidir. Böyle olmalıdır, çünkü bir gün kazara ile olsa vatandaşlık ve devlet arasındaki ilişkiyi sorgulayabilecek genç bir kafaya, bankada bulunan üç kuruş maaşı aynı gün çekip harcamak zorunda kalan babanın düşüncelerine, hegemonyanın gerçek yüzünün gösterilmesi gerekir ki, aman ha kafalarına başka düşünceler üşüşmesin.

Diğer taraftan, kredi borcunun büyük olasılıkla vadesinin öncesinde ve hatta yıllar öncesinde hiçbir otoriteyi sorgulamayacağına ilişkin kanı oluşmuş, yetmemiş kendini otoriteye karşı çıkanlara çatal, bıçak fırlatarak linç girişimlerinin öncülüğünde yer almış, mali anlamda biraz savruk davranmış bir sevgili vatandaşın, kredi borcunun ertelenmesi ile otoritenin şefkatli elinin, istediği başı nasıl okşayabileceğinin tanığı olmak gerekiyordu, olduk.

Çiftçinin toprağına, traktörüne, yabasına, orağına el koyabilen bir kamu sermaye gücünün, sevgi dolu sözcükleri ve tabii ki kamu olanakları ile bir vatandaşı nasıl kazanmış, nasıl ülkeye kazandırmış olduğunun canlı tanıklarıyız.

***

Aynı günlerde bizi kıskandığına çok emin olduğumuz, çok çok uzak bir ülkede de başka bir olay yaşandı; İspanya ordusunun üst düzey komuta kademesi sıraları gelmeden aşı yaptırdıklarının ortaya çıkması üzerine istifa ettiler.

Demokrasilerinin ne kadar oturduğunu bilmemekle beraber, elbette ki bu durumun olgun devlet adamlığı ile bağdaşmayacağı geçen günlerde televizyonlarda söylenmişti.

İspanya vatandaşlarının hadsizliği işte.

***

İtaati sağlamak için her saat rütbesini göstermek zorunda kalan bir otorite ne kadar da zavallıdır.

(José Saramago, Görmek, Kırmızı Kedi Yayınevi, s.208)

Veya

Sen halksın, dün, bugün, yarın, birgün daimi şüphelisin.