1993 tarihinden itibaren 22 Mart, Dünya Su Günü olarak kutlanmaktadır. BM'in dünyadaki su sorununa dikkat çekmek istediği su sorunu böylece dünya gündemindeki yerini almıştır.

Her yıl bir konuya dikkat çekilir. 2021 yılı için ana tema “suyun değeri” olarak belirlenmiştir. 2022 yılı için ise “yer altı suyunu görünür yapmak” konu edilmiştir.

Su ekosistemin dört temel unsurundan birisidir. Yerkürenin yüzde yetmiş beşi sudur. Buna rağmen içilebilir su miktarı ise yüzde 1’den azdır. Kullanılabilir su miktarı ise yüzde 2,5 olarak ifade edilir.

Dünyada yaklaşık bir milyar altı yüz  milyon kişi sağlıklı ve temiz su kaynaklarına erişimde ağır sorunlar yaşamaktadır. 4 milyar kadar insan da yılda en az 1 ay boyunca çok ciddi su kıtlığı çekmektedir. Veriler, dünyada su kıtlığının gittikçe arttığı ve 2050 yılına kadar dünya nüfusunun yarısından fazlasının su sıkıntısının olduğu bölgelerde yaşayacağını göstermektedir.

Bakın, bu kadar ağır su sorununa karşı alınabilecek önlemler konusunda sermayeci düzen çözüm için neler önermektedir bizlere:

"Duş ve lavabo kullanımı sırasında gerekmediğinde musluğu kapatın.

Buharlaşma daha az olduğundan bitkileri sulamak için sabah saatlerini tercih edin.

Meyve ve sebzeleri yıkarken akan su yerine bir kap içerisinde hazırlanan sirkeli su kullanın.

Bahçede fıskiye ya da hortum yerine damla sulama sistemine yer verin.

Sızıntı yapan musluklar varsa tamir edin, muslukların bakımını düzenli olarak yaptırın ve su tasarrufu modelleri ile ilgili bilgi edinin.

İmkanınız varsa yağmur suyu hasadı yapın. Buradan elde edilen su; araba yıkama, bahçıvanlık ve benzer işlerde kullanılabilir."

İzmir' de kurulu bir cola şirketinin yılda bir milyon ton yeraltı suyunu ücretsiz, hesapsız kitapsız kullanabilir olduğu durumda sizce dünyada yaşatılan su sorunu bu önlemlerle çözülebilir mi?

Bu önerilerin hiçbir önemi ve yararı yoktur demiyorum elbette. Ama bu öneriler kanseri ağrı kesiciyle tedavi etmek gibidir. Çözüm olası mıdır?

Ziraat ve sulama mühendisi Prof.Dr. Sabri Şener, "Türkiye halen su kaynaklarının yarıya yakın bir kısmını kullanabilmektedir. Ancak 2030 yılına kadar su kaynaklarının tamamını kullanması beklenmektedir. En büyük kullanıcı yüzde 70’e varan pay ile tarım (tarımsal sulama) sektörüdür. Belediyeler (evsel kullanım ve içme), yaklaşık yüzde 15, sanayi yaklaşık yüzde 15’ini kullanmaktadır. Gelecek 20 yılda tarım sektörünün payı azalırken sanayinin payının artması beklenmektedir." demektedir.

"Türkiye’nin mevcut su potansiyeline göre kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1500 m3’tür. Nüfus artışı sonucu bu miktar 2030 yılında 1220 m3’e inecektir. Dünya ölçülerine göre yıllık kişi başına düşen su miktarı 1000 m3’ten az ülkeler su fakiri, 2000 m3’ten 3000 m3’e kadar olan ülkeler az suyu olan, 8000 m3’ten fazla olan ülkeler su zengini ülkeler olarak adlandırılıyor. Bu durumda ülkemizin su zengini bir ülke olmadığı açık bir şekilde görülmektedir."

Sularımız için iki konuya dikkat çekmek istiyorum:

Madencilikte kullanılan sular ve ticarileştirilmiş sularımız.

Sularımızı, sömürge tipi madencilik etkinlikleri için kullanıyorlar! 

Uşak Kışladağ altın madeninin bir günde kullandığı su miktarı, İstanbul kentimizin bir günlük su tüketimi kadardır!

Efemçukuru altın madeni, İzmir' in güneyindeki tek yüzeysel su kaynağı olan Tahtalı Barajı bölgesindedir. Bu havza öyle sıkı korunmaktaydı ki, Efemçukulular'ın pazara sevk edecekleri üzümlerini korumak için yaptıkları aşağı yukarı yüz metre kadarlık sundurma için zamanın Özel İdare'since ağır para cezası verilip, sundurma yıktırılmıştı. İşte bu bölgede yerüstü ve yeraltı sularımızı kirleten altın madenciliği faaliyetine izin verilmesinde hiçbir sakınca görülmemeişti. Köylünün basit sundurması sakıncalı ama Kanadalı şirketin altın madenciliği faaliyetleri sakıncasız bulunmuştu devletimizce!

Ayrıca,diğer maden arama faaliyetleri, çıkarılan cevherin yıkanması, veya saflaştırılması sırasında yapılan işlemler yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın ciddi bir şekilde kirlenmesine neden olabilmektedir. 

Bir başka önemli konu da suların ticarileştirilmesidir. Sular, PET'lerde veya bidonlarda hapsedilerek satılır olmuştur. Oysa, Belediyelerimiz Dünya Sağlık Örgütü standartlarında içme suyunu halka sağlamak zorundadırlar; yasalar bunu emretmektedirler.

Ama bu yapılmaz ve ülke sularımız halka çeşitli miktarlarda ve ambalajlar içinde pazarlanırlar. Parası olmayana su yoktur neredeyse!

Belediyeler özellikle içme sularının kalitesini artırmaya yönelik yatırımlar yapmalıdırlar. Böylece, hem sularımız hem de doğamızı plastik kirliliğinden korumuş olurlar.

Küresel ısınmanın, iklim değişiminin sonuçlarını yaşıyor, görüyoruz. Dünya ve ülkemiz hızla kuraklığa gidiyor. Artan nüfusumuz, sömürge tipi madencilik, çok su tüketen ve kirleten sanayilerin ülkemize yerleştirilmeleri bu sorunu gittikçe daha da ağırlaştırmaktadır.

Sularımızı yaşamın sürdürülebilmesi amacıyla kullanmalıyız. Ticarileştirilmelerine karşı çıkmalıyız. İçme sularımız Dünya Sağlık Örgütü standartlarında ve halkın ihtıyacını karşılayacak şekilde değerlendirilmeliyiz.

Belediyeler derhal içme suyu kalitesini yükseltecek yatırımlara zorlanmalıdırlar; halk bunu talep etmelidir. Ambalajlanmış suların pazarını bu şekilde daralttığımız gibi satın almayarak, ambalajlı su tüketmemekle de sularımızı elegeçiren şirketlere karşı çıkmış oluruz.