En başından söyleyeyim: Doğru değil. Yani edebiyatta adres aramak doğru değil. Hadi biraz yumuşatayım: Her zaman doğru değil. Tamam, Flaubert, “Madam Bovary benim” demiştir demesine ama bu ve benzer tutumları genele yaymak bana doğru gelmiyor. Çünkü tersinden örnekler saymakla bitmez. 

Tarık Dursun K., bir keresinde bana “Her yazar önceleri torbadan yer” demişti, “ama ustalaştıkça kurgu ağır basar” Şimdi buradan değil de torbadan baktığımızda Lolita için Nabokov’u, Venedik’te Ölüm için T. Mann’ı koyacağız hedefimize? Bence bu çok yanlış olur. Ne Nabokov saklanmıştır Lolita’da, ne T. Mann Venedik’te Ölüm’de. 

Alfred Hitchcock’un hemen bütün filmlerin bir yerinde hiç olmazsa birkaç kare olsun kendini gösterdiğini hepimiz biliriz. Kim bilir, belki Mehmet Rauf da Eylül’ün bir yerinde rol almıştır. H. Ziya Aşk-ı Memnu’nun belki de bir yerinde saklanmıştır. Olabilir mi? Olabilir ve biz ‘zavallı’ okurlar olarak bunu mesele yapmayız. Yapmamalıyız! Çünkü okuru ilgilendiren, yazanın metnin neresinde saklandığı/saklanmadığı olmamalıdır. Bence edebi eserlere yaklaşımımız edebiyatın disiplini içinde olmalıdır. 

Şu “adres arama meselesi”nden benim de çok çekmişliğim var; konuya biraz da o yüzden girdim zaten. Birçoğunuz bilmez, birkaç yıl önce P Kitap Yayınları arasından çıkan bir hikâye kitabım var. Adı, Aşktan Öte Bize Yakın. Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde kenar bir mahallede oturan bir fabrika işçisinin gördüğü hemen her güzele ilgi duymasını anlatan çalkantılı duygu dünyası betimleniyor. İkinci bölümdeki hikâyelerin kahramanı ise Sevilay adında hayal sevgiliye âşık kasabalı bir ‘zavallı genç’. 

köşee

Yayıncım, yayımladığı bu kitabı İstanbul’daki bazı okur çevrelerine gönderip eleştirilerini merak etmiş. Özellikle kadın okurlardan gelen tepkiler ilginçti. Sevgi açlığını hemen hemen gördüğü her cins-i latifeyle doyurmaya çalışan, evli ve iki çocuklu işçi Metin’i hiçbiri sevmemiş. Derler ya, ellerine geçirseler, tutup oracıkta dersini verecekler. Buna karşın, hayalinde yaşattığı Sevilay’a tutkun şizofren gencimizi çok, ama pek çok sevmişler. Yere göğe sığdıramamışlar. 

Aşktan Öte Bize Yakın’ı okumuş ekmek satıcısı bir genç kız geçenlerde bana “O hikâyelerdeki Metin yoksa siz misiniz?” diye sorunca içimden pes yani dedim artık. Bu yazıya o genç kız sebep oldu. Tıpkı Karacaoğlan gibi, gördüğü her güzele âşık olan işçinin savunmasını yapmak zorunda olduğuma içten içe üzüldüm. Attilâ İlhan bir zamanlar bana bu konularda tartışırken “Agatha Christie katil miydi Yavaşı!” demişti. O hesap: O Metin tabii ki ben değilim. 

Güzel sanatlara sanatın diliyle, gözüyle bakmayı öğreninceye kadar işimiz zor vesselam!