İnsan olarak var olmamız en büyük mucizedir. Tüm varlığı düşününün. Milyarlarca galaksiyi…
Öyle küçücük Samanyolu Galaksisi’ni bir şey zannetmeyin. Hele hele güneş sisteminin şanslı tozu yeryüzümüzü hiç!
Yaşadığımız süre hiç yıl kadardır varlıkta!
Varlığın kaotik oluşumu ve evrim süreci sonunda insansılardan insana varmıştır doğa. Biz de bu türün bugün yaşayan şanslı bireylerindeniz.
Ama en beceriklisi, en şımarığı ve en haşarısıyız da. Doğanın narsist ürünüyüz kısacası.
“Kültür, doğada olmayan ve insanlığın doğaya kattığı şeylerdir” Marks namlı filozof doğru demiş.
İşte en kötü kültürümüz de mülkiyet kültürüdür.
Hele en beteri de gelinen aşamada doğayı da mülkiyetlerine katmak isteyenlerin sermayeci çabalarıdır.
Emek sömürüsü ve ülkeleri sömürgeleştirdikleri yetemezdi. Çünkü sınırsız büyümeye mahkumdurlar bu kültürlerinin gereğidir.
Onlar doğayı sermayelerine katmaya başlamadan önce de emeği köleleştirdiler. Sömürgeleştirdikleri ülkelerde yapmadıkları zulüm, işkence, ahlaksızlık kalmadı…
O şatafatlı ülkelerini ve pek bir hayran olduğumuz yaşamlarını Afrika’da, Asya’da, Lâtin Amerika’da, Ortadoğu’da döktükleri kanlara ve yaptıkları insanlık dışı zulümlere borçludurlar.
İyi de biz onların arzularına neden boyun eğiyoruz? Propagandaları, algı operasyonlarıyla yönlendirilmemize neden kanıyoruz? Atadıkları; bizim de seçtiğimizi zannettiğimiz iktidarlarına neden inanıyor, boyun eğiyoruz?
Tüketin, daha çok tüketin, ama çok çok tüketin diyorlar. Gereksiz bir yığın nesneyi mutlaka edinmemiz, sahiplenmemiz, tüketmemiz zorunluymuş gibi davranıyoruz.
Evlerimizdeki eşyaların esirleri olmuşuz! Alıp da kullanmadığınız ne kadar çok eşyanız var değil mi? Adım attırmıyorlar, yaşanacak, kullanılacak alan bırakmıyorlar…
Dolaplarınız giymediğiniz giysilerle dopdolu değil mi? Kaç çift ayakkabınız var? Kaç spor ayakkabısına sahipsiniz?
Oysa her biri için mucizevi yaşamlarımızdan saatler, günler, aylar, yıllar veriyoruz.
Sermayeciler de bize “programlanmış tüketim” anlayışlarıyla belirli süre kullanıp atacağımız ürünlerini sunuyorlar. Biz de alarak onları büyütürken yaşamlarımızı anlamsızlaştırıyoruz.
Gezmeye, insanca yaşamaya, doğayla buluşmalara ayırabileceğimiz ömürlerimizi, onların sermayelerine ve konfor içinde yaşamalarına adıyoruz.
Gelip geçiyoruz… İşe yaramayan ve kullanılmayan eşyalar da geride çöpler olarak kalıyorlar. Kalmasalar da bir müddet sonra onlar da ömürlerini tamamlıyorlar.
Niçin vardınız? Yaşamınızın anlamı neydi? Ne gördünüz, ne yaşadınız?
Tükettiniz hep tükettiniz! Onların sermayelerini büyütmek ve konforlu yaşamaları için yaşamınızı çöpe attınız!
En az ile yetinmeyi bilmek gerek. Yaşamak için gerekli olan kadarıyla…
Emeklerimizi nitelikli ve özgür yaşamlarımız için harcamalıyız.
Yaşamlarımızı anlamlı kılar bu. Sade ve onurlu yaşamlarımız olur. Eşyalarımız değil biz değerli oluruz; beğenilen eşyalarımız değil biz oluruz.
En önemlisi doğaya döner, doğal yaşarız. Eşya edinmek, mal mülk sahiplenmek için değil de anlamlı ve özgür yaşarız.
Gerçek dostlarımız olur; az ve öz…
Yoksa ömrümüz sermayedarların tutsağı olarak ve borç ödeme çabalarımızla heba olur gider…
En azla yetinebilmeli ve doğallaşmalıyız! Bu saygınlık ve özgürlüktür de…