Ermeni Sürgünü ve akabinde gelişen acı olaylar silsilesi çokça konuşuluyorken, bugün size tarihin her yerinde böyle acılar olduğunu yazmak istiyorum. Böylece, tarihin derinliğinde kalmasını istediğim bu tür olaylara karşı uyanık olmayı ve en önemli ilkeyi hep hatırlamayı diliyorum. İlkemiz elbette şudur; “Yurtta sulh, cihanda sulh”
Mezalimlerin, sürgünlerin tetikleyicisi şudur; Sanayi Devrimi sonrasında Fransız İhtilali ortaya çıkar. Bu ihtilal milliyetçi fikirleri yayar. Milliyetçi ideoloji ise çok etnikli – çok kimlikli imparatorlukları dağıtır. Bu imparatorluklardan birisi de Osmanlı’dır. Osmanlı Devleti dağılırken Batı mülkü, yani Rumeli toprakları da milliyetçi kalkışmalardan nasibini alır. Balkan devletleri ve ayrıca Yunanistan bağımsız olur. Fakat bunlar olurken homojen nüfus talep eden Yunanistan dahil Balkan ulus devletleri için ortada bir sorun vardır. O da Rumeli Türkleridir.
Rumeli Türklerinin ortaya çıkışı ise şöyledir; İmparatorluklar, çok etnikli olsalar da aslında bir kurucu irade ve bu minvalde de bir kurucu etnik ve-veya kültürel gruba yaslanır. Osmanlı Devleti’nde bu grup Sünni ve-veya Bektaşi olan Türklerdir. Bu Türkleri de fethettiği Rumeli’ye sürgün eden devlet, böylece Rumeli’de kendisine sonradan kattığı halklarla arada bir tampon bir kaynaştırıcı unsur olarak Türk unsurları Balkanlara dağıtmıştır. Zamanla bu unsura gönüllü olarak Türk dilli Müslümanlığı benimseyenler de eklenmiş ve böylece Rumeli Türklüğü doğmuştur. İşte bu unsur da yeni dönemin milliyetçi devletleri için sıkıntı kaynağıdır.
Sıkıntının nedeni şudur; ilk dönem milliyetçi devlet fikri temelde belli bir dil ve din birliği çerçevesindeki bir homojen toplumu talep eder. Gerisi istenmez. Az veya çok bu sıkıntı tüm modern – ulus devletler için geçerlidir. Nitekim ABD’de bu durum ırkçılıkla birleşecek ve Zencilere ayrımcılığın önünü açacaktır. İskandinavya’da Sami (Eskimo) kökenli halkların asimilasyonuna varacaktır. Bu yönelim Rumeli için de geçerlidir.
Nitekim Osmanlı’dan bağımsızlık alan devletlerden Yunanistan da topraklarına katmak istediği Girit’in Yunan unsurdan müteşekkil homojen bir topluma sahip olmasını istemiştir. Bu amaçla da bölgedeki milliyetçi Yunan unsuru desteklemiştir. Bu unsurlar, bölgedeki Türklere türlü çeşitli şiddette bulunmuş, bölgenin iki büyük göç dalgası şeklinde Türk unsurdan arındırılmasını sağlamıştır. Özelllikle giritlililerin ilk aşanmada, yani 19. Yy. sonlarındaki ilk göç hareketinde henüz milliyetçi damara sahip olmaması, modern milliyetçiliği kavramamış olması da kendilerine doğru gerçekleşen mezalimi görmelerini engellemiştir. Bunun sonucunda da savunmasız kalmışlardır. Savunmasız halin neticesinde de adada Türk kimliği silinmeye yüz tutmuştur. Fakat bu ilk göç dalgası Girit Türklerini bilinçlendirecek, adadan Anadolu’ya göç edenler içinde İttihatçılık da görülür hale gelecektir. Adada kalanlarda ise kısıtlı imkanlarla da olsa Türk kimliğinin modern bilinçlenmesi tüm hızıyla başlayacaktır.
Nihayetinde de yaşanan acıların tetiklenmesiyle birlikte Türk milliyetçiliğinin erken tezahürlerinden birine ev sahipliği yapan Girit, Türkçe modern okullaşmanın sivil toplumda yayıldığı ilk örneklerdendir. Ayrıca bu halk, soyadı taşıyan ve böylece Avrupa’ya benzeyen en erken Türk topluluğudur. İlaveten çok kültürlü ilişkilere açıktırlar. Yani aslında pek kolay biçimde Yunanlılarla güzel ilişki içindelerdir. Fakat Yunanistan’la birleşme yanlıları Girit Türklerine acımamışlar, mezalime tabi tutulmuşlardır.
Acılar ise olgunlaştırır. Sonuçta da Girit Türkleri yaşadığı yaygın şiddet ve asimilasyona tabi tutulmasının ardından içinden İttihatçılar çıkarmış, son kertede de Türkiye’nin kuruluşu için mücadele eden önemli isimlere sahip olmuştur. Hatta Atatürk’ün suikasta uğramasını engelleyen kişi de bir Giritlidir.
Tüm bunlar bir yana Giritliler genel itibariyle bu geçmişi pek anmazlar. Yaşadıklarını sürekli pişirmek yerine barış içinde gelişimi tercih etmişlerdir. Hatta ailelerde bu tarih unutulmuş, bilimsel bilgilerle ancak tazelenebilir noktaya gelmiştir. Bunda neden üzüm yemek olsa gerektir. Yoksa amaç bağcıyı dövmekse, en güzeli acıları yarıştırmak değilmidir.