Kesersin saçlarını, kurtulursun, yeniden doğarsın küllerinden zümrüdü anka kuşu gibi, dirilirsin yeni uyanan güne, doğan güneşe. Gülten Akın okumuşsundur, saçlarını kesmişsindir ve hayata yeniden merhaba deme zamanı gelmiştir. Kestik kara saçlarımızı her türlü baskıdan kurtulduk. Öyle düşündük ama olmadı. Ziyan yok. Kem gözlere, sivri dillere, kötülük bağlamış yüreklere, gönül gözü kapanmışlara inat biz gittik yine “kestik kara saçlarımızı!” Bütün kötülüklere inat, bütün dogmalara, bütün dayatmalara, bütün feodal saçmalıklara inat biz yine “keseceğiz kara saçlarımızı.” Onlarsız olmaz düşüncesinden sıyrıl, artık başka şeyler taşımak zorunda değilsin mesela saçlarını, mesela gereksiz insanları, mesela çoktan bitmiş ilişkileri artık sırtında taşımak zorunda değilsin! Kendine bir iyilik yap, kes şu kara saçlarını artık. Mesela ben saçlarımı hep kendim kestim, tutulacak yer kalmasın istedim, çünkü bütün meydan okumalar ancak saçlarından tutulur. Üstelik kaç bahar kaldı ömrümüzden geriye? Yaşını bilmeyen kadınlar için ne kadar zordur yılların hesabını yapmak. En çok “sonra, işte yaşlandım” diyebilmek ne kadar zordur. Yıllara meydan okumak için akıntıya karşı kürek çekişler, kremler, bakımlar, eski enerjisinde olmaya ispatlamalar, hep dimdik, hep ayakta kalma zorunluluğu, dünyaya yaşsız kadın olma maskesinin ardından bakma hali ne kadar yorucudur! Hayata nefes alma durakları gerekir. Kelimeler bağımsızlıklarını ilan ederek, özgürlüğe doğru yelken açan kuşlar gibi dört bir yana saçılır, gökyüzüne doğru uçarlar. İşte böyle kolaylıkla söylenir. Bir nefes alıp verirsin, “sonra işte yaşlandım” dersin. Her harfin hakkını vererek, her harf kuşlar gibi kanat çırparak var güçleriyle rüzgâra karşı, havayı kucaklayarak yayılırken, “sonra işte yaşlandım” diyebilmenin ferahlığı yüreğimizde.
Öte yandan ülke yangın yeri. Oğullar, kızlar, çocuklar, kayıplar. Kayıpların derdinde analar. Sonra haksızlıklar, acılar, oğlunun tutuklanması, cezaevi günleri gelir. 42 Gün adlı kitabında Gülten Akın Mamak Cezaevinde süren açlık grevini anlatır. Yazar Şükran Yücel “42 Günün Şiirleri” kitabında yer alan süreci şöyle anlatıyor. "42 Günün Şiirleri" hapisteki oğlunun ve arkadaşlarının 42 gün süren açlık grevi sırasında tuttuğu günlükler gibidir. Oğullarının açlık grevi sırasında bir parkta oturup acılarını paylaşan anaların kederini, direnişini etkileyici, sarsıcı bir dille anlatır. Açlık grevinin sebebini soran birine, "İnsanca yaşamak istiyorlar yalnızca. Kötülüksüz, dayaksız. Ölmeyi, onurlarıyla ölmeyi seçtiler." der. Çocuğu açken yemek istemez o da. "Ben değil sofraya ölüm oturdu/ Peynir yedi beni, zeytin yedi beni/ Ekmeğe uzandım, ellerim düştü / Elmadan gözlerim yandı, kör kaldım / Su değil su değil sel aldı beni/ Ben değil sofraya ölüm oturdu" Anneler dayanıyordu mahpushane kapısına. Dilekçeler veriyorlardı. "Kovalıyorlardı bizi kapı önlerinden. Azarlıyor, itiyorlardı. Dövüşürdük kimileyin. Öfkeyle bağırırdık." "42 Günün Şiirleri"nde Gülten Akın evlatları zulüm, eziyet gören bütün anaların sesi, çığlığı oldu. Hepsinin adına haykırdı acılarını, isyanlarını.”
Çok ağır bir dünyadan gelen sözcükler bunlar. Dağ gibi ağır içimize oturan. Her biri gülle gibi yüreğimizde. İnsan vicdanı kaç tanesini kaldırabilir? Kaç kilo çeker, kaç ton eder her bir sözün karşılığı. Gülten Akın tonlarca ağırlık bıraktı yüreklerimize, vicdanlara sözcüklerden prangalar taktı. Takip edecek insanı mezara kadar. Hep içimiz sızlayacak. Öyle artık görmemiş gibi yapamayacağız. Duyup da duymamış gibi yaparken daha ağır gelecek gerçeğin prangaları. Bilmenin vicdani ağırlığı takip edecek bizi, bilmem nereye gidersek. Bir gün dayanamayıp “keseceğiz kara saçlarımızı” ama rahatlayacak mıyız? Dünya değişecek mi? Olsun, artık zamanı geldi. Sözcüklerin buruk tadı yüreğimizde boğum boğum. Sonra elinde makas, “keseceksin kara saçlarını”! 23 Ocak şair Gülten Akın’ın doğum günüydü. Hayat boyu yüreğimizde saklayacağımız bütün o incelikli dizelerin sahibi Gülten Akın’a sevgi, saygı ve minnetle…