Sally Rooney, 1991 doğumlu genç bir yazar. (Güzel Dünya, Neredesin? /Can Yay.) adlı kitabından önce Normal İnsanlar adlı romanını okumuş, beğenmiştim. Henüz okuyup bitirdiğim şu son romanı da eleştirmenlerden tam not almış. Kitabının girişindeki Natalia Ginzburg’a ait söz ilgimi çekti, buraya alıyorum: “Bir şeyler yazdığım zaman, genellikle yaptığımın çok önemli olduğunu ve büyük bir yazar olduğumu düşünürüm. Ama ruhumun bir köşesiyle her zaman ne olduğumu, yani küçük, küçücük bir yazar olduğumu çok iyi bilirim. Yemin ederim ki bunu bilirim. Ama bu beni pek de ilgilendirmez.”
Güzel Dünya, Neredesin? Okurlarını insan ilişkileri üzerine düşündüren, yalın dili ve başarılı diyaloglarıyla içine hemen çeken nitelikli, sürükleyici bir roman. Roman kahramanları otuzlu yaşların hemen altında veya üstünde, birbirlerinin tavır ve davranışlarına karşı bazen aşırıya kaçacak kadar duyarlı olabilen gençler. Romanları ve bazı dergilere yazdığı eleştiri yazılarıyla bilinen Alice, bir depo işçisi olan Felix’le inişli çıkışlı bir ilişkiyi sürdürmektedir. Yakın arkadaşı Eileen de Simon’un çekimine kapılmış, zaman zaman kalp kırıklıklarıyla süren bir ilişkiyi diri tutmaya çalışmaktadır.
Romanı baştan sona sürükleyen, birbirleriyle kurdukları ilişkinin yanı sıra Alice ile Eileen’in hayata, sanata ve edebiyata ilişkin uzun e-mail yazışmaları… Bir e-postasında şöyle yazıyor Alice: “(Entelektüel çevrelerdeki meslektaşlarını kastederek A:Y) Dünyadaki en bıkkınlık verici şeylerden yakınırlar- yok basında yeterince ilgi görmüyorlarmış, yok kötü eleştiriler almışlar, yok başkaları daha fazla kazanıyormuş… Kime ne? Sonra da gider, ‘sıradan yaşam’ hakkında duyarlı romancıklarını yazarlar. Aslında sıradan yaşamdan bihaberdirler. Birçoğu başını kaldırıp gerçek dünyaya bakmayalı yıllar olmuştur. (…) Romancılar kendi yaşamlarını dürüstçe yazıyor olsa kimse roman okumazdı-okumasınlar da zaten! Belki o zaman edebiyat üretimi çevreleyen mevcut sistemin ne kadar yanlış olduğuyla, felsefi açıdan ne kadar vahim derecede yanlış olduğuyla-yazarları normal hayattan koparıp kapıyı arkalarından kapatan, onlara ne kadar özel ve fikirlerinin ne kadar önemli olduğunu söyleyip duran bu sistemle yüzleşebilirdik.”
Roman kahramanları her ne kadar birer hedonist gibi yalnızca hayatın hazzı peşinde delicesine koşsalar da Alice, bir romancı olarak hayata bakış açısını sürekli geliştirme peşinde olduğu için sıklıkla tökezlemektedir. Yazmayı sevmektedir. Onu bir var oluş biçimi olarak benimsemiş, hayatını oradan kazanmayı bilmiştir ama yorgunluğu da bir gerçektir: “Düşündükçe kitap yazmaya çalışmamın ne kadar sancılı ve zavallıca olacağını hissediyordum, çünkü entelektüel derinlikten ya da özgün fikirlerden yoksundum, ne diye kitap yazacaktım ki ben, sırf yazdım diyebilmek için mi?”
Romanı dilimize başarılı bir biçimde kazandıran Emrah Serdan’ın da hakkını teslim etmeliyim. Marifet iltifata tâbi, malum.