“Nasıl oyundu ama değil mi? Yıldız Kenter’in boş sandalyelerle konuşması ne muazzam bir olaydı. Sanki her birinde gerçekten bir insan oturuyormuş gibi geldi bize.” Sevgili annem sanki oyuna, o ana dönmüşçesine gözleri ışıl ışıl yüzü heyecanla parlıyor. Sonra bana dönüyor. “Baban ve ben oyundan eve dönünce sandalyeleri salona dizdik. “Sandalyeler” oyununu birlikte oynadık.” Ben şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak durumda, onlara baka kaldığımı hatırlıyorum. Yeni yetme bir velet olarak, onların bu heyecanını anlamaktan uzak “delirdiler galiba” diye düşünüyorum. Henüz tiyatroyu tanımamışım, Yıldız Kenter’in adı geçiyor ama hiçbir fikrim yok. Kraliçeyi sahnede görünceye ve bir ömür boyu sürecek hayranlıkla Yıldız Kenter’i sevinceye kadar neden bahsettiklerini hiç anlamamıştım. İşte ben böyle bir evde büyüdüm ve kaçınılmaz olarak tiyatroya, baleye, operaya, senfoni orkestralarına, plastik sanatlara, edebiyata aşık bir çocuk olarak yetiştim. Tabii Yıldız Kenter ve Kent Oyuncuları bizim evde ayrıcalıklı yerlerini her zaman korudular. Eugene Ionesco’nun yazdığı “Sandalyeler” oyunu 1962- 1963 sezonunda Yıldız ve Müşfik Kenter tarafından oynandı ama yankısı evimizde hala sürüyor. Muazzam oyunculukları bir ömür boyu hafızalara kazındı. Hatta Yıldız Kenter’in “Sandalyeler” oyununda olmayan karakterlerle konuşması ve onları sanki gerçekmişçesine insanların hafızalarında yaratması anılarda tazeliğini hiç kaybetmeden bütün canlılığıyla yaşamaya devam ediyor. Sevgili rahmetli annem ve babamın çocukluğumda “Sandalyeler” oyunundan büyük bir keyifle bahsettiklerini anımsıyorum. Üstelik yakın bir zamanda oyunu babama anımsattığımda, sanki o güne geri dönmüşçesine heyecanlandı. Yüzünde aydınlık bir gülüşle Yıldız Kenter’i ve Sandalyelerini anlatmaya başladı. İşte Yıldız Kenter dokunuşu böyle bir şeydi. Nazik bir şekilde hayatlarımıza dokunur, bizleri büyük bir zarafetle değiştirirdi. Sonra onu “Hep Aşk Vardı” oyununda izledik. Ailesini, birbirlerini büyük bir aşkla seven o güzel insanların öykülerini anlattı. Öylesine büyük bir sevgiyle paylaştı ki o sıcacık, o güzel anıları, o güzelim insanlar artık bizim insanlarımız oldular. “Oscar ve Pembeli Meleği”’nde kendisine bir kez daha aşık olduk. Oscar kanser hastası küçük bir bilge. Hayat ve ölüm üzerine muazzam bir olgunlukla ruhlarımıza sızıyor, sevecenliğiyle kalplerimize yerleşiyor. An geliyor Pembeli Meleği kucaklamak, o güzel kalbinin üzerinden öpmek istiyor insan. Kraliçe Lear’da yaşamaya, direnmeye ve son ana kadar çalışmaya bir kez daha inanıyoruz. Kraliçe yapıyorsa hiç mazeretimiz yok. 80 yaşında, inatçı, muhteşem, inadına genç Kraliçe amuda kalkıyor sahnede. Yüreğimiz ağzıma geliyor ama gözlerimizden yaşlar boşanırken ayakta deli gibi alkışlıyoruz.”Ben Anadolu”da Kibele Ana ve kızlarının önünde saygıyla eğiliyoruz. Kibele’nin oyuncu kızı, istersek bu dünyada her şeyin mümkün olacağına dair bizi ikna ediyor. Özümüze dönüyor, Kibele’nin kızlarına dönüşüyoruz. Yıldız Kenter her oyunda, ruhumuza bir çentik attı. Bize her seslenişinde, sesinin yankısı yüreğimizde yer buldu. Bir duruşu, bir sözü, bir bakışıyla okyanusun kıyıya vuran dalgaları gibi bizi usullacık değiştirdi, dönüştürdü. Artık biz, eski biz değiliz. Değiştik. Çünkü ışığı üzerimize vurdu. O sıcacık yüreğinde, “Hep Aşk Vardı”. Bize ışığını bıraktı…