Ben her şeyi hatırlıyorum. Gezi Parkı olaylarından iki sene önceydi. Hopa’da dereleri kurutan, doğayı mahveden hidroelektrik santrallerine karşı eylem yapılırken atılan gaz bombası neticesinde nefes alamayarak kalp krizi geçiren Metin Lokumcu can vermişti.
Bunun üzerine, Metin Lokumcu anmasında ise İzmirli Dilşat Aktaş’ın kalçası kırılıyordu. Bunun üzerine dönemin başbakanı katıldığı bir televizyon programında Metin Lokumcu’nun öğretmenliğe yakışmayacak hareketler yaptığı ve terörist olduğunu söylüyordu. Dilşat Aktaş’tan ise “Kız mı kadın mı olduğunu bilemem” diye bahsediyordu. İnanmıyorduk dedikleri, kimin ne olduğunu çok iyi biliyorduk.
Ben her şeyi hatırlıyorum. Gezi olayları başlamıştı. Taksim’de Gezi Parkını korumak isteyen çocuklar sonradan Fethullahçı olduğu öğrenilen polislerle çatışıyordu. Hal o kadar yürek parçalayıcıydı ki, İzmir’de onlara destek vermek için sokaklara çıktık. Dönemin başbakanının hepimizi çapulcu ilan etmesi çok sürmedi. Sonrasında işler daha da büyüdü. Artık teröristtik, yıkıcılardık, bölücülerdik. 10 yaşındaki çocuklar göz altına alınıyorlardı, korkudan altına yapan çocuklar terörist ilan ediliyordu. Tam olarak Alsancak’ta kendi halinde oturan kızların saçları çekiliyordu. Kendi halinde otururken saçlarından tutulan kızlar hükümet düşmanı, devlet düşmanı ilan ediliyordu. Gözümüzün önünde dostlarımıza, bize terörist diyorlardı. Bir karanlık sokakta Ali İsmail ölüyordu, evinden çok uzakta olmayan bir sokakta Berkin ölüyordu. Bu çocukların hepsi terörist ilan edildi. İnanmadık dediklerine. Kimin ne olduğunu çok iyi biliyorduk.
Ben her şeyi çok iyi hatırlıyorum. Sonradan yine Fethullahçı olduğu ortaya çıkacak Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Birol Cengil, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne operasyon düzenliyor, Aziz Kocaoğlu dahil 130 kişiye “Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, kurulan örgütün faaliyetleri kapsamında ihaleye fesat karıştırmak, belgede sahtecilik, kurumu zarara uğratmak, rüşvet, tehdit, görevi kötüye kullanmak” gibi suçlardan soruşturma açıyordu. Dönemin hükümeti ve yandaş medyası Kocaoğlu’nun üzerine gidiyor, kendisini suçlu ilan ediyordu. Biz İzmirliler olarak kimin niçin bu soruşturmaları yaptığını çok iyi biliyor ve dediklerine inanmıyorduk. Yalanların döndüğüne çok ama çok emindik.
Ben her şeyi çok iyi hatırlıyorum. Aslı Özkısırlar, Korona zamanında kronik hastalığı nedeniyle hastanede yer bulamıyordu. Ve ne yazık ki vefat ediyordu. Aslı benim arkadaşımdı, tanıyordum kendisini. Ardından kendi yanlışlarını, kendi gardlarını unutturmak isteyen iktidar yandaşları Aslı’nın muhalif tweetlerini gösterip onun terörist olduğunu söylediler. Aslı terörist değildi. Göz göre göre çıkarları için, kendi hatalarını gizlemek için yalan söylüyorlardı.
Ben bunların hepsini hatırlıyorum. İktidarın kendi çıkarları için kimleri terörist ilan ettiğini, kimleri kötülediğini kimlerin başına çorap ördüğünü çok iyi biliyorum. Bu yazıyı okuyanların çoğunun da hatırladığını düşünüyorum. Gözümüzün önünde insanlara nasıl terörist dediklerini hatırladığınızı. Ve fakat görüyorum ki, iktidar bugün kayyum atadığında, iktidarın terörist dediklerine, iktidarın suçlu dediklerine anında inanabiliyor insanlar. Anında iktidarın “bakın suçluymuş” dediğine inanabiliyor. İktidarın kayyumlarına koyduğu gerekçelere kananlar, geçmişi böyle yalanlarla dolu olan bir iktidarın kayyumunun gerekçelerine böyle koşulsuz, delilsiz, fakatsız kananlar bana garip geliyor. İnsan inanmak istediğine inanıp, inanmak istemediğine inanmamalı.
Sözün özü kayyumlar demokrasilere aykırıdır. Geçmişi yalanlarla dolu olanların gerekçeleri hiçbir kayyumun haklı olmasını sağlamaz.