İzmir İktisat Kongresi’nin 100.yılında, İzmir’de iki ayrı iktisat kongresi yapılması farklı biçimlerde tartışıldı, tartışılmaya devam edecek. Tartışma, “iki farklı kongre neden yapılıyor” sorusu ekseninde ilerledi. “İktisat ve ülkeye iki ayrı bakış. Geleceği inşada iki ayrı ekonomi-politik okuma” olması gerekçe gösterilerek cevap verildi. Bu yazıda ise esas olarak İktisat Kongresi binasının restorasyon işini irdelemeye çalışacağız.
İzmir Valiliği, bundan 100 yıl önce kongrenin yapıldığı binanın yerinde, yeni kongre binası inşa ediyor. Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı işin adını, “İktisat kongresi binasının restorasyon işi” olarak ihale etti. İşin süresi olarak 180 gün verirken, işin bedelini ise 83.055.000,00 TL olarak açıkladı. 17 Şubat 2023 tarihine kadar yetiştirileceği de birçok kez açıklandı.
İHYA’NIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Mimar ve restoratör uzmanı dostlarımla inşaatın yanından geçiyorken, “180 gün gibi kısa süreli restorasyon işi tarihte kaç kez olmuştur?” diye birbirimize sormadan edemedik. “X tarihine yetişecek kaygısıyla bina yapıldığı olmuştur da (ki bu da çok tehlikeli), restorasyon yapılabilir mi? Bu hız umarım işçilerin sağlığına tehlike oluşturmaz” temennisiyle, “Yere beton atılmış, eski yapının zeminine ait taşlar yerinde değilse nasıl değerlendirilecek?” sorusuna cevap aradık.
Restoratör uzmanı dostuma kültür varlıklarını koruma yöntemlerini sorduğumda bana şöyle bir açıklama yaptı:
*Öncellikle o alana hiç dokunmamak (arkeolojik alan olarak bırakmak)
*Rekonstrüksiyon (aslına uygun yapı malzemeleri ve aslına uygun yapım teknikleriyle yeniden canlandırmak)
*Kalıntıları koruyacak şekilde çağdaş ve sürdürülebilir malzeme ve tekniklerle yeniden bir yapı oluşturulması
* Şunu da ifade etmeliyim: Bu bir restorasyon çalışması değil, ihya etmektir.
RESTORASYON MU?
İşin restorasyon olarak adlandırılması, “gerçekten restorasyon mu?” konusunu tartışmamıza vesile oluyor. Anlaşılması açısından restorasyon kavramını ve kurallarını irdelemenin yararlı olacağı aşikâr.
Mimar, restorasyon uzmanı ve mimarlık tarihçisi Zeynep Ahunbay, böylesi tartışmalarda başvurulacak en değerli isimlerden biri. Yem Yayınlarından çıkardığı restorasyon kitabında Ahunbay; restorasyon konusunda daha önce ileri sürülen ve her biri ayrı bir bakış açısının parçalı görüşünü getiren üslup birliği, romantik görüş ve tarihi rekompozisyon kuramlarını çağdaş restorasyon anlayışı içinde uzlaştırıp birleştiren İtalyan Camillo Boito’nun 1883’de açıkladığı ve çağdaş onarım kuramlarının öncüsü kabul ettiği ilkeleri şöyle aktarmaktadır:
*Anıtlar tüm insanlığın tarihini belgelerler. Bu nedenle onlara saygılı davranılması gerekir. Yapılacak herhangi bir değişiklik yanıltıcı sonuç ve hükümlere yol açabilir.
*Mimari anıtlara müdahale edilmesi zorunlu olabilir; ancak sağlamlaştırma onarımdan, onarım ise restore etmekten daha iyidir. Yenileme ve eklerden kaçınılmalıdır.
*Eğer strüktürel aksaklıklar, güvenlik gibi nedenlerle anıta ek yapılması gerekirse, bunlar somut verilere dayandırılmalı, yapının görsel bütünlüğüne ve biçimine saygı gösterilerek, başka malzeme ve özellikte gerçekleştirilmelidir. Yapılan restorasyon tarihi bir işaret veya rakamla belirtilmelidir.
*İlk tasarımdan sonra, değişik dönemlerde yapılan ekler anıtın bir parçası olarak kabul edilmeli; başka bir öğeyi kapatma ya da bozma gibi zararlı etkileri olmadığı takdirde korunmalıdır.
*Restorasyon sırasında yapılan işlemler rapor, çizim ve fotoğraflarla dikkatle belgelenmelidir.
KOPYA ETMEK!
Camillo Boito’nun sıraladığı, Zeynep Ahunbay’ın aktardığı maddeler irdelenerek, yapılmak istenen bina kıyaslandığında, ortada restorasyondan çok yeni bir bina inşa etmek olduğu anlaşılacaktır. Yapılan açıklamalarda her ne kadar arkeolojik kazı sonucu ortaya çıkan malzemenin sergileneceği söylense de esas olarak yerinde kalmasının, mevcut alana beton dökmekten ziyade bunun yerine cam gibi saydam maddelerin kullanılmasının ve bu minvalde gösteriye sunulacak bir çalışma yapılmasının daha isabetli olacağı açıktır. “Eski iktisat kongre binasına benzeri yapılmak isteniyor evet restorasyon abartılı olmuş” denilebilir. Ancak Mimar Cengiz Bektaş’ın “Koruma Onarım” kitabında ifade ettiği gibi korunacak olana en büyük saygısızlık onu “kopya” etmeğe kalkışmaktır.
“Öz, asıl olana saygı, ancak kendi de öz, asıl olmayı bilerek gerçekleşir” diyen Bektaş’ın, “Yüzyıl önceki koşullarda, o günkü yaşama biçiminden, o günkü yapım yöntemlerinden, o gün geçerli ilkelerle doğmuş bir yapının, bugün tıpkısını, benzerini yapmak en az yüzyıllık geri kalmışlığı gösterir. Geçmiş olan yüzyılı kavrayamamış olmayı gösterir. Anlamayanlar ‘kopya’ ederler. Yüzyıl önceki yapıtı anlamayı beceremeyen, onu gerçekten korumayı nasıl becerir ki?” sözleri akılara gelmektedir.
NE OLMALI, NASIL OLMALIYDI?
Elbette bunca sözden sonra okuyucu, “Ee nasıl olacaktı?” diye haklı bir soru da yöneltecektir. Elbette kesin bir öneri sunma olanağımız bulunmamaktadır. Ancak hedef mimariye uygun olanın tercih edilmesi ve yapılandan çok daha iyisine ulaşmaksa şu adımlar atılmalıdır:
*Mimarlar Odası ya da Anıtlar Yüksek Kurulu gibi denetim mekanizmaları sürecin başından itibaren dahil edilmelidir.
*Üniversitelerle entegre bir süreç yaşanmalıdır. Gerek akademik gerekse öğrenciler açısından kolektif bir çalışma hazırlanmalı ve teşvik edilmelidir. Üniversitelerde gerçekleştirilecek restorasyon proje yarışmalarıyla öğrencilerin katılımı sağlanırken arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık gibi çeşitli alanlardaki yetkililerden oluşan bir denetleme kurulu oluşturularak akademinin öncülük etmesi sağlanmalıdır.
*Alanında tanınmış bir restorasyon uzmanından danışmanlık alınmalıdır.
*Arkeolojik alanın korunmasına dikkat edilmeli, bu alanın aslına uygun yapı malzemeleri ve aslına uygun yapım teknikleriyle yeniden canlandırılması hedeflenmelidir.
*Beton yerine kırılmaz camla üst yüzeyde koruyucu örtü sağlanmalı böylece ziyaretçilerin arkeolojik kalıntıları yerinde görmesine olanak sağlanmalıdır.
*Asıl amacın bir kütle oluşturmaktan ziyade koruma olduğu göz önünde bulundurularak çalışma süresinde esneklik sağlanmalıdır. Böylece hem iş güvenliği açısından hem de mimari açıdan çok daha iyi sonuçlar alınacağı su götürmez bir gerçektir.
Bu ideal öncüller takip edilse ortaya şu an inşa edilen yapı çıkar mıydı? Merkezi idareler iktisat kongresinin kurucu kodlarına uygun hareket etseler, Kemeraltı’nın merkezinde böyle bir inşai faaliyet gerçekleşir miydi?
100. yılın “iktisat kongreleri” tamamlandıktan sonra bina meselesini ve kongre sonrası yapının nasıl işlevlendirileceğini daha çok konuşacağız gibi görünüyor.