Dimos, Edirne Uzunköprü’den gelmişti İzmir’e. Şimdi İnciraltı Kentormanı olan yerin hemen batısında bulunan Çakalburnu’ndaki balık çiftliklerinde çalışıyor, aynı yerde tratacılık yapıyordu.

Tratacılık zor bir işti. Bir ucu sahilde tutulan ağın diğer ucu bir sandal ile açığa çıkartılıyor, daha sonra 400-500 metre ötede tekrar karaya çıkartılıyordu. Böylelikle denizdeki balıklar ağın içine hapsediliyordu. Ağın iki ucundan asılan ırgatlar, balıklarla birlikte ağı sahile çekiyorlardı. Alınan ücret yemeye içmeye, barınmaya gidiyor ve hatta eksik bile geliyordu. Dimos böyle zor bir işte çalıştığı halde, para biriktirmek bir kenara, tıpkı bizim kredi kartlarına çalıştığımız halde borçlanmamız gibi, o da yaşayabilmek için patronuna borçlanmıştı. Dimos, deliler gibi çalışıp borçlu kalması işinden memnun değildi, ayrılmak istiyordu balık çiftliğinden. Bir şekilde bulup buluşturup borcunu ödedi. Fakat çiftliğin sahibi, bu kötü şartlarda başka çalışan bulamayacağı için Dimos’un ayrılmasını istemiyordu. Patronu Dimos’un “Eğer borcumu sorunsuz ödeyip çiftlikten ayrılırsam yemin olsun Müslüman olacağım” dediğini iddia etti. Fakat Dimos, bu yemine rağmen Müslüman olmamış, Müslümanlık farizalarını yerine getirmemişti. Dört yalancı şahit buldu patronu. Dimos dört şahidin eşliğinde kadının önüne çıkartıldı. Tek istediği, insanca çalışmak ve yaşamak olduğu için Dimos’a etmediği bir yemin üzerinden iftira atıyorlardı ama Dimos böyle bir yemin etmediğini, bu nedenle de Müslüman olmadığında ısrar ediyordu.

Dimos’u, yeminini tutmadığı ve dinden geri döndüğü için 1763 yılında idam ettiler. Dimos ölmek istemiyordu, Dimos emeğinin karşılığını hak ettiği şekilde alarak yaşamak istiyordu.

Dimos’un idamından 261 yıl sonra, geçtiğimiz ağustos ayının sonlarında Ankara Yeni Mahalle’de sekiz yıl boyunca baklavacı olarak çalıştığı imalathaneye yine gelmişti İsmail Can Seçkin. 26 yaşındaydı, sekiz sene devamlı çalıştığı halde borçları vardı Can’ın. Çalışması gerekiyordu ne olursa olsun, ne derlerse desin. Muhtemelen ara ara işten çıkışının yapıldığını, daha sonra tekrar işe alındığını biliyordu. Kıdem tazminatı birikmesin diye yapıyorlardı bunu.

Belki dalgınlıktan, belki dikkatsizlikten korumalığı olmayan 4 metrelik merdivenlerden düştü İsmail. Kafasını birkaç kere vurdu betona. Bayılıp yere düştüğünde, ambulansın çağrılmasına mani oldular. Çünkü yine işten çıkışı yapılmıştı ve bu kez girişi tekrar yapılmamış, SGK kaydı tekrar işlenmemişti. Ambulans gelse bu keşfedileceği için önce SGK kaydı yapıldı. Can yerde öyle beklerken, ambulansın çağrılması için kaydın yapılması beklendi.

Can hastaneye geç kalmıştı. 22 gün komada kaldı ve geçtiğimiz cuma günü vefat etti. Can ölmek istemiyordu hepimiz gibi, Can insanca yaşamak istiyordu hepimiz gibi, Can emeğinin karşılığını hak ettiği şekilde, güvenli bir şekilde almak istiyordu hepimiz gibi. Salmadılar. Tıpkı Dimos gibi.

Bu satırları yazarken Sakarya’da Hendek’te bir makarna fabrikasında patlama olduğunun haberlerini geçiyor televizyon. 30 kişinin yaralandığını içlerinden 6’sının durumunun ağır olduğunu söylüyorlar. Daha önceden de patlama olduğunu söylüyorlar. Hepimiz gibi insanca bir yaşam yaşamak için pazar günü çalışan muhtemelen borçları olduğu için pazar günü çalışmam diyemeyen işçilerin hastaneye kaldırıldığını söylüyor. Kimse pazar günü hastaneye kaldırılmak istemezken.

Sadece mutlu bir şekilde yaşamak için çalışmaya çalışan insanlardan, bunca emeğe bunca zorluğa rağmen yine de borçlu kalacak şekilde ücret vermeleri için ne yapmış olduğumuzu bilmiyorum. Muhtemelen Dimos da Can da bilmiyordu. Sadece gönlümüzün istediği yemeği yiyebilmek, gönlümüzün istediği yere gidebilmek için deliler gibi çalıştığımız halde niye buna izin vermediklerini bilmek isterdim. Muhtemelen Dimos ile Can da bilmek isterdi. Başka bir şey değil, sadece emeğimizin karşılığını alarak, hayatta maddi olarak rahat ederek, kenara zor günler için biraz para koyarak yaşamak. İstediğimizde işten ayrılabilecek, sigortamız yatmadığında bunu sorun edebilecek kadar kazanmak. Başka hiçbir şey istemiyorum. Muhtemelen Dimos ve Can da istemiyordu.

Dimos hapisteyken, bir kavgadan dolayı yanında olan Kemeralt’ında bir atölyesi olan terzi vardı. Terzi, Dimos’un idamından çok etkilenmiş onu hiç unutmamıştı. Birkaç sene sonra işini yaparken eline paslı bir iğne battı. Çok çabucak enfeksiyon oldu ve kolunu tutamaz hale geldi. Hekime gitse de bir çaresi yoktu kol kesilecekti. Terzinin aklına Dimos’tan yardım istemek geldi. O da işini yapmak ailesine bakmak istiyordu. Kolu olmazsa terzilik yapamazdı. Dimos’un ruhuna dua ettiği sabah bir mucize olmuş ve kolu iyileşmişti. Bu terzinin yanında bulunan, yavaş yavaş körleşmeye başlayan berber mucizeyi duyunca, kendisi de Dimos’un ruhuna dua etmek istedi. Ve bir mucize daha oldu. Körleştiği için işini kaybetmek üzere olan berberin gözlerindeki sis bir haftada gitti. Haber şehre yayılmıştı. Oradan da İstanbul’a gitti. Dimos hayatı ve ölümünden sonraki mucizeleri nedeniyle İşçilerin Azizi ilan edildi. Oysa Dimos Aziz olmak istemiyordu. O hayatını mutlu ve onurlu bir şekilde yaşamak istiyordu. Tıpkı Can gibi, tıpkı makarna fabrikası işçileri gibi, tıpkı ben gibi. Yine de bize yardım et Dimos. Ölmek istemediğimizi biliyorsun. İşçiye bu nefreti bitir.