19 Mayıs 1919, 23 Nisan 1920, 9 Eylül 1922, 29 Ekim 1923.
Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkış, TBMM‘nin kuruluşu, İzmir’in kurtuluşu, Cumhuriyetin ilanı.
Kurtuluş savaşımızın 19 Mayıs 1919’da başladığı ve İzmir’in kurtuluşu ile de 9 Eylül 1922’de bittiği kabul edilir. Ancak bağımsızlık mücadelesi Atatürk’e göre ilelebet devam edecektir.
Annesini İzmirlilere, Karşıyakalılara emanet eden Atatürk, Zübeyde Hanımı 14 Ocak 1923’te kaybetti. Atatürk 23 Ocak 1923’te annesinin mezarını Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir Paşa ile ziyaret ettiğinde bir konuşma yaptı;
“Arkadaşlar, ölüm, yaratılışın en doğal bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne üzüntü verici görünüşler olur. Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acı hayatının belli birkaç noktasını sunayım.
Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı.
Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi.
Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirirlerken benimle görüşmesi engellenen annem gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler onun hayatının acılar ve gözyaşları içinde geçmesine sebep olmuştur.
Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi acılı bir halde İstanbul’da bırakmak zorunda kaldım. Yanımda kendisinin arkadaşlık ettiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman annem, bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberli olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu zan, kendisini felce uğratmış. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını acı, üzüntü içinde geçirtmişti. Padişah ve hükûmetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü bahanelerle ve nedenlerle basılır ve araştırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu.”
Atatürk sözlerinin sonunda şöyle dedi:
"Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hâkimiyetin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Millî hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.”
Bu egemenlik adımı da aynı yıl, Cumhuriyetin ilanı ile atıldı.
Atatürk “Ben, bütün İzmir’i İzmirlileri severim; güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim.” derdi. İzmirliler O’nu çok sevdiler. Hoş İzmirliler herkesi bağrına basar ve hiç kimse kendini İzmir’de gurbette hissetmez ama Mustafa Kemal’i bir başka sevdiler.
İzmirliler özgürlüğü sever, özgür yaşamayı sever, herkesi sever. İzmir’de yaşamayanlar için bunu anlamak zordur. Bu nedenle İzmir’e, İzmirlilere olmadık söz söylerler.
Sözün özü, 15 Mayıs’ta İzmir’in işgalinde atılan ilk kurşun, Kurtuluş savaşımızı tetikledi ve işgal de yine orada son buldu. Bir gecede dikilen on binlerce ay yıldızlı al bayrağımızın semaları süslediği bu güzel kentte.