Çok değil daha iki ay önceydi. Okulların kapanması beklenildikten sonra gitme hayalleri kurulan, senelik izinleri ayarlayıp uygun sakin bir koyda denize girmeye müsait Ege’ye nazır bir otel bakılıp deniz hayalleri kurulan, bir hafta sonu kaçamağında kırın kokusuyla kahvaltı yapmaya aş erilen şehirdi İzmir.
Oysa şimdi pencerelerinden, parklarına bantlar çekilip oynamalarına izin verilmeyen çocukların çizdiği gökkuşağı resimlerinin gözüktüğü, sahilinde, meydanlarında kimseciklerin dolaşmadığı, işine gitmesi gereken insanların çarşılarının içinden tedirgin geçtiği, bahar güneşinin altında insanların yüzlerindeki tedirginliğin maskelerinin ötesinde belli olduğu bir şehir. Sohbetlerimizin gülüşmelerimizin, sokak çalgıcıların, yemek kokularının, sohbetlerin, gülüşmelerin yerlerini iç karartıcı bir boşluk ve sessizlik aldı. Haftalardır İzmir’in üzerine akşam çökmüş gibi.
Bir İzmirli için insanlardan uzak kalmayı tahammül edilebilir hale getiren telefonlar, mesajlar, video konferans görüşmeleri. Son üç haftadır insanlardan en çok duyduğum şey nerelerin karantinaya alındığı, nerelerde riskin fazla olduğu ve belirsizliğin getirdiği korkunun yanı sıra “özlem” ve nostalji.
Bir arkadaşın evine uğrayıp balkonda beraber kahve içmeye, çalışırken arada mola verip beş dakika denize bakıp hava almaya çıkmaya, doğum günlerini beraber kutlamaya, Koronavirüs’ten değil “havadan sudan” konuşabilmeye duyulan dehşetli özlem. Sosyal mesafeden kurtulup, sevdiklerimize güvenle yaklaşabilmeye, sarılmaya duyulan, kadehleri tokuşturmaya duyulan özlem.
Urla’nın enginarlarını, Emiralem çileklerini, Kemalpaşa kirazlarını doyasıya yemeye, montu koltuk altına alınarak gezilen Kıbrıs Şehitleri’nin akşama doğru üşütmesine, Küçük Parkta yağmura yakalanmaya, Bostanlı’da güneşi batırmaya, kuş sesleri içinde Forbes’i bir baştan bir uca yürümeye, kaskatlı havuzda oturup güzel beyaz heykellere bakmaya, eski yoldan denize baka baka Urla’ya gitmeye dair özlem günler geçtikçe artmakta. Bunu inkar edecek değilim.
Ama bir şeylerin beklediğimizden çok daha hızlı düzeleceği konusunda da fikirlerim var. Daha önceden de birçok sıkıntıdan geçtik. Depremleri gördük, selleri yaşadık, sıcakları atlattık, soğukları savuşturduk. Bugünleri de atlatırken Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin insanların virüsten uzak durması için üstüne çabalar sarf etmesi, bizden uzakta kalan sokak hayvanları için, yollar, kaldırımlar yani şehir için çabalamaları yaz için ümit veriyor. Bunca karantina, bunca önlemle baş etmemizin yanında 5 milyon nüfuslu İzmir’in hasta sayısı binlerde. Bununla birlikte yaz geldiğinde ortamların daha fazla havalandırılacağını, güneşin ışığının insanların bağışıklığını yükselteceğini ve en nihayetinde yaz süresince bile olsa insanların virüse karşı daha hazır ve sağlam durabileceğini söylüyor bilim insanları. Sadece biraz daha sabretmemiz, biraz daha uymamız gerek iyiliğimiz için dayatılan kurallara, maskeleri çıkartmamız gerek suratlarımızdan. Kendimize bulaşmasın diye değil sadece, bizde bir şey varsa hemşehrilerimize, sevdiklerimize bulaşmasın diye öncelikle.
Elbet bugünler geçecek ve elbet çok az insanı vereceğiz virüsün ellerine. İyi günler gelecek; dostlarımızla, ailemizle yeniden birlikte olacağız, tekrar buluşacağız. Birlikte yeniden sokaklarını dolduracağız şehrin, yine uyumak istemeyeceğiz yaz akşamlarında. İzmir yine bizim olacak, sokaklarını yoracağız adımlarımızla.