İz Gazete Haber Müdürü Şermin Çolak, her Salı en çok kitap tanıtımı yazılarımın okunduğunu söyledi. ‘Müşteri’ memnuniyeti başımızın üstüne, deyip bu hafta birkaç gün içinde okuyup bitirdiğim bir kitabı tanıtmak istedim: Barbarları Beklerken (Can Yay.). Yazarını tanımak isteyenler internetten bulabilirler. Coetzee, birçok ödülün yanı sıra 2003’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü de almış.

Aydoğan yavaşlı köşenin içine

Bilinmez bir imparatorluğun sınır boyundaki küçük bir kasabada Sulh Hâkimliği yapan adamın gözünden görüyoruz her şeyi. “İmparatorluk, hizmetkârlarının birbirini sevmesini değil, yalnızca görevlerini yerine getirmelerini bekliyor,” diyor Hâkim, romanın ilk kısmında. Etrafı surlarla çevrili kasabada Sulh Hâkiminin yanı sıra askeri bir birlik de var ve başlarında kasabalı-barbar ayrımı yapmadan önüne gelene işkence yapacak kadar zalim Albay Joll de var. Sulh Hâkimi, saldırmaları muhtemel barbarları bahane ederek kasabaya kendince nizam vermeye pek iştahlı Albay’ın elinden kurtardığı barbar bir kızı hizmetine alıyor. Aslında hizmetine almaktan çok ona acıyıp hizmet ediyor; ayaklarından başlayarak bütün vücudunu yıkıyor, dahası, onunla yatıyor. Fakat bir süre sonra bir grup askerle birlikte yanına genç kızı da alıp barbarlara teslim etmek üzere uzun, zorluklarla dolu bir yola koyuluyor. Kasabaya döndükten sonra Sulh Hâkimi tutuklanıyor. Hücresinde geçirdiği aylar içinde gerçekten de insanlığından çıkıyor. “Belki de ifade edilebilen her şey yanlıştır (…) Veya belki de yalnızca ifade edilmeyenin sonuna kadar yaşanabileceği bir durum bu,” diye düşünüyor. Hücrede uzunca bir süre kaldıktan sonra artık bir harabeye dönmüş evine döndüğünde ise bir zamanlar kollarına aldığı o genç barbar kızı düşünüyor: “Yaşlı adamların genç kadınların kollarında gençliklerini tekrar kazanmak istediklerini hepimiz biliriz. (…) Benim yaşımdaki adamların aptallığının sınırı yok. Mazur görülecek tek tarafımız elden geçirdiğimiz kızlar üstünde kendi izimizi bırakmayışımız. Çarpık tutkularımız, törensel sevişmelerimiz, tuhaf hazlarımız kısa sürede unutuluyor, çocuklarını doğuracakları genç ve dinç erkeklerin kollarına ok gibi giderken bizim o sakarca danslarımızı bir omuz silkişiyle geride bırakabiliyorlar. (…) Sevişmelerim de ani isteklerden değil, ani isteklerin ısrarla inkâr edilmeye çalışılmalarından kaynaklanıyordu!” Bir süre sonra, yani askerler çekip gittikten sonra her şey eskiye dönüyor. Sulh Hâkimi’nin şu tespiti gerçekten çok düşündürücü: “Bazı insanlar haksız yere acı çektiğinde, acılarına tanık olanların kaderi, bunun utancını hissetmektir.”  

Barbarları Beklerken’i okurken bir süre önce İz’de tanıtımını yaptığım Tatar Çölü adlı romanı hatırladım. Hatırlayan olacaktır: Orada da askeri bir birlik, kuzeyden gelmesi muhtemel Tatarları bekliyorlar, bütün hazırlıklarını ona göre yapıyorlardı.

Dost Körpe’nin başarılı çevirisinin de hakkını verelim. Edinin bu kitabı. Nitelikli bir roman okumuş olmanın hazzını alın, derim.