Dokunulmazlık tartışmalarının gerisinde kalan ama aslında gözden kaçan çok önemli bir olay yaşandı geçtiğimiz hafta. İktidar Partisi AKP’nin Türkiye’de artan boşanmaların sebebinin araştırılması için kurduğu Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması Ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu raporunun kamuoyu ile paylaştı.
Ülkede boşanmaların hızla arttığı iddiası ile kurulan ve kamuoyunda kısaca Boşanma Komisyonu olarak geçen komisyonun kendi verilerine göre; Türkiye evlenme oranında 45 ülkede 6.ncı, boşanmada ise 43 ülke arasında 26’ncıdır. Türkiye’de evlenme hızı 7.7 iken boşanma hızı 1.7dir.
Bu veriler incelendiği zaman komisyonun gerçek kuruluş amacı iktidar partisinin gerçek niyetlerini ortaya çıkarır nitelikte. Bu konu üzerine çalışan sivil toplum kuruluşlarının çoğunun dışlandığı komisyon toplantılarında basına yansıyan ve asla kabul edilemeyecek düzeyde olaylar da yaşandı. Komisyonun AKP’li üyelerinin komisyona dinlenmesi için getirilen kişilere ettikleri hakaretler ve salondan kovulma girişimleri ibretlik görüntülerdi.
Boşanmaları araştıracağı, kadını ve çocuğu koruyacağı düşünülen komisyon daha raporunu hazırlamadan kadınlara karşı tahammülsüzlüğün dışa vurumuna tanıklık etmiş ve kadına şiddetin AKP’li vekillerce uygulanışına sahne olmuştur.
Elbette çıkan rapor bizi şaşırtmadı. Kadını eve hapsetmeye çalışan bir zihniyetin, kadını eş ve anne olarak kabul eden bir düşüncenin, kadını, çocuğu ve aileyi koruyabileceğini düşünmek iyi niyetti. Haremi eğitim yuvası olarak gören Devlet erkânının, boşanmada kadına hak vermeyeceği açıktı. Nitekim de öyle oldu.
Aile birliğini koruma anlayışı sadece boşanmış erkek ya da babaları dinlemekle eşit gören bir zihniyetin, boşanmış kadınları dinlemeden kadını koruması ne kadar mümkün olabilir?
Boşanmaya sebep sayılan aile içi şiddette erkeği alkol, öfke gibi nedenlere bağlayan bir zihniyetin kadına şiddeti önleme amacı taşıdığına inanmak ne kadar mümkün olabilir?
Belki de bu raporda en çok düşündürücü olan şey ise şu ki, cinsel istismara uğrayan 15 yaşındaki kız çocuklarının tecavüzcüleri ile evlendirilmesinin suç olduğunun görmezden gelinmesine dair aşağıdaki ibretlik ifadeler:
‘’Türk Ceza Kanunun 103 üncü maddesi ‘Çocukların cinsel istismarı’ suçunu düzenlemiştir. Evlenmeyle sonuçlanan çocuğun cinsel istismarı suçunun, rızai de olsa suç olarak kalması gerektiği, ancak sorunsuz ve başarılı devam eden evlilikler açısından 5 yıl denetim süresi getirilerek, sürenin sonunda ilgili kurumların yetkili uzmanlarınca hazırlanan raporlar da dikkate alınarak koşulların uygun olması halinde, denetimli serbestlik hususunda Türk Ceza Kanununun yürürlük kanununda tarih belirtilerek düzenlenmesi, taraflardan her ikisinin de 15 yaşın altında olması durumunda ise şahsi cezasızlık sebebi sayılacağına ilişkin düzenleme yapılması’’
Aile danışmanı olarak İlahiyat Fakültesi mezunlarının atanacak olması ise iktidarın laiklikten uzak, dini bir yaşam tarzını dayatmasının bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. İstanbul Sözleşmesini ilk imzalayan ülke olarak yayınlanan raporun sözleşmeye aykırılığı ortadadır. Eğitim alanı psikoloji, rehberlik, sosyal hizmet, çocuk gelişimi ve eğitimi, sosyoloji, tıp olmayanın nasıl bir danışmanlık yapacağı, hangi kaynaktan yararlanacağı belirsizdir. Bundan sonraki aşama ise resmi nikâhın geçersiz, dini nikâhın geçerli olacağına dair bir Medeni Kanun değişikliği olmalıdır. Neşat Ertaş’ın söylediği ve çok sevdiğim bir sözü var anımsatmak isterim bu yazıda ‘’Kadın İnsandır, Biz Erkekler İnsanoğlu.’’ Kadın yücedir, onurdur, gururdur. Bir kadını onu dinlemeden koruyamazsınız. Bir çocuğun geleceğini de istismarcısının ellerine bırakamazsınız. Ne biz, ne de bu halk buna izin vermeyecektir! Herkes gerçekleri er ya da geç görecektir.