Yeryüzüne düşene kadar hepimiz aynı saflık, berraklık ve o romantik güzellikle süzülüyoruz gökyüzünde, havda bir yerde ve hatta yere temas etmeden hemen önce. Gökyüzündeki o özgürlüğü de, bulutların o yumuşaklığını da, uçsuz bucaksız manzaranın güzelliğini de, o manzaranın içinden esrik süzülmenin estetik devinimini de, yeryüzüne yaklaşırken “sokağa iniyor” olmanın histerik gösterişini de ekleyin o damlanın kibrine. Ta ki yere düşene kadar...
Yere düştükten sonra dağılıyor tüm o romantizm, kahrolası yer çekimi ya da zaman itimi. Bitiriyor tüm şiirselliği, kaçırıyor tüm havamızı. Lanet olası gerçeklik... Yere düştün artık. Süzülmek yok, yumuşaklık yok, berraklık yok, gösteriş yok. Düşmek var, çamur var, taş var burda. Mavi aynı mavi, göyüzü aynı gökyüzü değil artık. O manzara selfie için fon olabilir biraz şanslıysan. Burada olmanın, buraya düşmenin estetiği için “devinim” değil, “çatışma” sana lazım olan.
Bir damla olarak nereye düştüğünde önemli tabii. Bir okyanusa düşmek de mümkün. Rahatlıkla yok olur gidersin. Yüksek bir binanı çatısına düşmeyi bile tercih edebilirsin mesela, daha temi olur bir kere. Hiç ayaklar altına düşmeden güneşlenerek kuruyup gideceğini zannedebilirsin. Belki de en güzeli bir ormana düşmek ve toprağa, ağaca, hayvana karışmak. Lakin bir şehrin orta yerine, taşlar arasına, ayaklar altına yani çoğunluğun tam içine düşmek var ki orada artık seçenekler tükenir, sadece sana olanları yaşayabilirsin artık...
Asfalta düşersin mesela araçlar altında ezilirsin. Kaldırıma düşersin mesela ayaklar altında ezilirsin. Bir tarafı kırılmış çolak duran bir taşın altına da düşebilirsin mesela, taş ve toprağın arasında sıkışarak ezilirsin. O yaşın üstünden geçmekte olan bir ayak basıp da seni yukarı sıçrattığında yükselebileceğine inanırsın ki bu da ezilenlerin romantizmi olarak çamur deryasına karışır da taşlar da güler haline, ayaklar da. Sen de mi gülmek istiyorsun; altına bakmayacaksın, üsütne bakacaksın ve üstüne basan, sıkıştıran, ezen her ne varsa “ayağını kaydırıp “ düşürecek, belini kıracaksın. Bak o zaman nasıl da uçarcasına güleceksin...