Seri katil hikayeleri sanatta, özellikle edebiyat ve sinemada (son dönemde de dizilerde) çok sevilir. Nedeni, nasılı, örnekse çocukluğunda yaşadığı travması veya cinayetleri işlerken kullandığı yöntemler, silahlar, yaptığı planlar okura veya seyirciye müthiş bir haz, merak ve zeka hissettirir. Kimisini çok karizmatik buluruz, kimisinde ise geçmişinde yaşadığı eziyet ve işkenceler sebebiyle çok derin bir merhamet kaplar içimizi. Öyle demeyin; insan çok merhametli, vicdanlı ve kibirlidir! Bu güçlü dramatik kurguyu kabul ettikten sonra keyifle seri katilin intikamlarını izlemeye koyuluruz. İyi patlamış sıcak mısırlar ve gazlı içeceğimiz ile de bu ‘estetik hazzımız’ artık eksiksizdir.
Kuytu, tenha, karanlık köşelerde veya bir evin içinde işlenen cinayetleri görmek çok cazip gelebiliyor hele o ev bir dağ evi veya ormanlık bir alan gibi pastoral niteliklere sahip ise hem şehir yaşamının stresinden uzaklaşıyor hem de seri kahramanımızın intikamları ile bizim büyük katharsisimizi yaşıyoruz. Yaratılmış karanlık atmosferde duyduğumuz ince ürperti ile hayvanları doğal ortamlarında görme deneyiminin mutluluğu arasında dalgalanan ruh halimizin bir anda bu atmosferi yırtarcasına atılan bir çığlığın koşması ile dağılması canınızı sıkabilir ama üzülmeyin seri kahramanımız görev başında. Zira kendisi her zaman kendisi için cinayet işlemez hatta ufak bir sır vereyim; çoğu zaman kendisi için cinayet işlemez. Zira etrafça duyulmayan intikam alınmış sayılmaz. Bu sefer ki çığlık biraz zorlu ama anlaşılan, hala bağırıyor ve hala yakalanamadı kahramanımız tarafından. Olsun, zorun başarılmasının vereceği coşku daha büyüktür her zaman. Kamera hızlandı, görüntüler artık net değil, soluklar derinleşti. Belli ki katil ve maktul yoruldular artık ama durmak yok, koşmaya devam. Bu bir hayat memat meselesidir. Katilimiz bu yarışta bir adım önde tabii, bu orman onun av alanı sonuçta ve koşarken yoldaki engellere takılıp yavaşlamıyor maktul gibi. Çığlık ise hem ciğerinde biriktirdiği son nefes ile sesini duyurmaya çalışmakta hem de aynı nefes ile atabildiği en uzun deparı atmak zorundadır. O ciğer, o nefes, o depar bir yerde biter tabii. Ayaklar birbirine dolanır ve yoldaki çalı çırpıdan kaçmak artık mümkün değildir. Ve beklenen olur, maktul artık yerle bir olmuştur, celladının tepesinde duran soğuk ve soluk yüzü ile karşı karşıya kalmıştır. Bundan sonrası sizin hayal gücünüz…
Duymuşsunuzdur muhakkak; “Türkiye’nin neden bir seri katil hikayesi yok?” diye defalarca sorulmuş, tartışılmıştır. Nasıl konuşulmasın; baksanıza o hikayelerin gücüne. Ama bu yazıyı size yeni yılın ilk müjdesini vermek için yazdım. Artık bu dertle hayıflanmamıza gerek yok. Artık bizim de çok güçlü bir seri katil hikayemiz var. Üstelik cinayet biçimleri çoğunlukla orijinal veya bol kanlı yani bir seri katil hikayesinden beklediklerinizi fazlasıyla bulacaksınız. Müjdeyi verdim ama hikayeleri anlatamıyorum, onları öğrenmek size kalmış. Anlatamıyorum çünkü bir köşe yazısına sığmaz, tam 474 kadın cinayeti işlendi. Dünya tarihinin belki de ilk “seri katil ülkesiyiz”.
Herkese mutlu seneler…