Geçen gün eve doğru yürüyorum, bir baktım camın kenarında Tatyos Efendi’yi gördüm, oturuyor tek başına camın öte yanında. Baktım yüzü uşak makamı. Ne oldu diye sorar mıyım, her soru her yerde sorulmaz. Hemen gidip çöktüm karşısına, başladık demlenmeye. Tek başına ud ile hasbihal etmekle deva bulunmuyor, çok denedim. O rakının beyazlaması için değil, incelmesi için konuyor su. Her su her rakıyı inceltmez diyeceksin şimdi değil mi, zaten o yüzden her su ile rakı içilmez. “Gam”ı inceltecek olan da muhabbettir. Deva bulamadık mı, alayının köküne kibrit suyu. Tekme yiyeceksek de beraber, yamulacaksak da beraber, deva bulacaksak da beraber…
Bu sefer muhabbete beraber küfür etmekle başladık ama. İlk küfürümüzü de adap bilmeyenlere ettik. Demiş ya Aydın Boysan; “Rakı masasında şiirden bahsedilir, şiir okunmaz” ben ilk küfürü rakı masasını şiir gecesine çevirenlere ettim, o da siyaset meydanına çevirenleri kalayladı. Birader zaten bütün günümüzün , ömrümüzün iki yakası bir araya gelmiyor; günün sonunda içeceğimiz iki kadeh rakı, onu da boğazımıza dizmeyin ulan. Rakı masasında şiir okunmaz, yüksek sesli şarkı söylenmez, garsona üstten konuşulmaz, yan masaya uzun bakılmaz, dansöz oynatılmaz. Alayına küfürlerimiz ettik hem de en inceltilmemişlerinden, siz müsterih olun.
Bakmayın girizgahı küfür ile yaptığımıza, küfürbaz olduğumuzdan değil. Önce dilimizdeki jileti atıyoruz ki muhabbete başlayabilelim. Ağzımızdan çıkacak her harf yeni bir kesik açmasın. Zaten açılan kesikleri konuşacağız, birbirimize ya da kendimize yeni kesikler açmanın manası yok. Tamam tamam ettiğimiz küfürlerin cinsiyetçi olmadığını söyleyeyim de ağzımızın tadı kaçmasın, kimsenin yaraları tekrar kanamasın. Ama küfürün en kallavisini, yakası açılmamışını, en koyusunu içtiğimiz şu iki kadeh rakıda bile gözü olanlara ettik. Bu paraya rakı mı olur ulan vurguncular? İçtikçe sövdük, sövdükçe içtik…
Başka neye mi sövdük? “Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine” dedirtene, “Fikrimin ince Gülü” dedirtene, “Söyleyemem Derdimi” dedirtene çok sövmedik, ona ince bir sitemimiz var o ayrı. Onu Müzeyyen Senar ile konuştuk, başka bir yazıda yazarım belki o “Huysuz ve Tatlı Kadın”ı. Şu an konu başka, hariçten gazel okumayalım.
Nasıl ki rakı içmenin adabı varsa; yaşamının, insan olmanın da bir adabı var. Hele bunları bir konuşalım. Rakı masasının konusu mu bu diyecekler var ise rakı masası muhabbet masasıdır, önemli olan kiminle konuştuğundur. Diyar diyar gezdiğimiz dertlerimiz var, deva bulamamışız. Muhabbete limon sıkmayın şimdi.
Hasılı demem o ki bu muhabbet aşkın ya da efkarın muhabbeti olduğu gibi; efkarın, öfkenin de muhabbetidir. Nasıl olmasın? Demin de yazdığım gibi bütün günümüzün, bütün ömrümüzün iki yakası bir araya gelmiyor. Gün geçmiyor ki yokluk, yoksulluk haberi duymayalım. Pazar alışverişi yapamayacağı için intihar edenimiz, “Gidecek yerim yok, yaşanmaya değer bir hayatımda” deyip intihar edenimiz bir yanda; yeni kanal açacağız, bizim otomobilimiz var diyenler bir yanda. O yerli otomobilin motorunun menşei beli de kimse orayı görmek istemiyor. Hem rakı içip hem de pahalılıktan bahsediyorsun diyenlere ucuz yollu rakıyı nasıl içeceklerini sonra anlatırım.
Şimdi biz küfürlerimizi tamamlayalım. Küfürleri hayal gücünüze bırakıcam ama cinsiyetçi olmasın. Ben muhataplarını yazıcam, eksik kalanları tamamlayınız… Halkı yoksulluğa ve hatta açlığa mahkum edenler, kendi çıkar savaşları için halk çocuklarını ölüme mahkum edenler, kadın, çocuk, lgbti, hayvan ayırmaksızın taciz, tecavüz edenler, onları öldürenler, çocuklar ile evlenilebilir veya baba, kızına şehvet duyabilir diye fetva verenler, kendi dilini konuşana, kendi inancını yaşayana düşman kesilenler…
Ben bu yazıyı üzerine çok düşünmeden, spontane yazdım. O yüzden eksik bıraktığım olabilir. Geri kalanını siz tamamlayınız. Lakin şunu söylemeden geçemeyeceğim; küfürün en buzlusunu, domuz sıkısı gibi olanını hatta sek olanını rakıyı bu kadar pahalı olanına ettim haberiniz ola.