Anadolu’nun neolitik dönemde, yani tarım yapılan çağlardaki ilk yerli halkının Hatti Kabileleri ve onların akrabaları olduğu düşünülmektedir. Önemli bir teoriye göre bu kavimler zamanla göç ederek Yunanistan’a da yayılmış, Pelasg adıyla anılmış ve Bakır Çağı’nda Kafkaslardan Mora – Teselya – Epir bölgelerine kadar yayılan bir kavim olmuştur. Bu kavmin bugünkü Çeçenler gibi bazı Kafkas halklarının dip ataları olduğu düşünülür.
Bu kavim bu haliyle bir yayılma gösterirken çeşitli yerleşimler kurmuştur. Tunç Çağı’na gelene kadar da kendi tarımsal kültürlerini inşa etmişlerdir. Bakır gibi maddeleri de üretip kullanabilen bu kavim ise takvimler M.Ö. 2000’leri gösterdiğinde Kafkaslar üzerinden Hint-Avrupalı bir kavim olan Hitit ve Luvi Kabilelerinin istilasına uğramıştır. Benzer bir vaziyet Mora – Teselya bölgesinde de yaşanmış, Akalar denilen kabileler bölgeyi iskân edip, zamanla Pelasgları siyasal ve demografik olarak asimile etmişlerdir.
Bu haliyle de Anadolu ve Yunan anakarasında Hint – Avrupa kavimleri çağı başlamıştır. Tunç Çağına gelen bu devirde Anadolu’da Hitit–Luvi kuvvetleri, Batı’da ise Mikenler egemen olmuştur. Truva Savaşı da bu dönemde yaşanmış ve nihayetinde Deniz Kavimleri saldırıları ile bu devir sona ermiştir. Ardından da demir çağı başlamıştır.
Tunç Devrinin sonu ise iklimsel değişimler ve diğer büyük bazı olayların sonucunda yazılı kültürlerin ve şehirlerin çöküşüne sahne olmuştur. Bu açıdan tarihçiler açısından anlaşılması zor bir dönem yaşanmıştır, zira yazılı kanıt pek yoktur. Bu döneme tarihçiler karanlık çağ der.
Zaten karanlık çağın akabinde de bizi Demir Çağı karşılar. Artık Anadolu’da parayı bulan ve Luvi kökenli olma ihtimali olan Lidyalılar, Trakya kökenli Frigler gibi Demir Çağı toplumları yaşamaktadır. Bu toplumlar günümüz toplumlarına diğer dönemlere nazaran daha çok benzer. Örneğin Tunç Çağının dini düşünce ve gündelik yaşam pratikleri 1 ve modern olan da 10 ise, Demir Çağı 7 gibi bir rakamla anılmayı hak eder.
Demir Çağında Yunanistan’da ise iki grup halinde bir toplum yaşar. Bunlardan bir grup, Kuzeyden gelen Spartalıları da içine alan Dorlardır. Bir diğer grup ise Tunç devrinde bölgenin sakinleri olan Pelags ve Akaların bir karışımı olan Greklerdir. Bunlardan bir taife de Ege’nin Batı sahillerinde yaşar. Nitekim Yunanca kelimesi İyon kelimesinin bir varyantıdır. Ege’deki bu İyonlar da adı üstünde Yunanlar yani Greklerdir ve kökleri Pelags - Miken karşımına gider.
Bu haliyle de Helenler yani Yunanlıların - Ege bölgesinin İyonlarının damarları içinde, Çeçenlerin dip ataları olduğu düşünülen Pelagslarla, Kuzeyli bir Hint–Avrupa kavmi olan Akaların (Mikenlerin) karşımı bir kan dolaşır. Nitekim Antik Yunanca Pelags dilinden etkilenmiş olsa gerektir. İlaveten genetik çalışmalarda da Antik Yunanlıların tarihöncesi Kafkaslarla yoğun ortak genlere sahip olduğu görülmektedir. Nihayetinde Mikenler’e örnek oluşturan Girit Uygarlığı da bu Kafkas orjinli kavimle ilişkili görünmektedir. Öyleyse demokrasinin beşiği, felsefenin icat edildiği yer olarak kabul edilen İyonya’ya can veren kökler Kafkas kökenli olarak Anadolu’ya yayılan ve buradan yayılarak Mısır ile iletişime geçen bir kültürde bulunmaktadır.
Bu haliyle de İzmir’in içinde bulunduğu Kıyı Ege, Demir Çağına gelindiğinde İyonya olarak adlandırılır. Lakin bu bölgenin kökleri Pelagslar – Hattiler gibi toplumlarda bulunur. Nitekim İzmir’in eski adı olan Smyrna adı da Hatti – Pelags dilinden gelmedir. Zaten çoğu Yunan mitolojisindeki mitler de bu kavimde köklerini bulur. Bu minvalde İzmir, bugün Bornova tepelerinde Demir Çağı şehri olarak ortaya çıkarken, Anadolu – Kafkas ve Kuzeyli Hint-Avrupa melezi bir toplumla vücut bulur. (Devamı bir sonraki yazıda)