Kent yönetimi işini bilenlerin elindedir yıllardır. Sabırlı bir bekleyiş ve plânlama ile kentin doğası, tarihi, kültürü; sermayelerine katacakları nesi varsa yağmalıyorlar!
Vakıf ormanları ile kendileri için en kıymetli arazileri ele geçirdiler. Hem hazineyi hem de duygularımızı sömürerek geliştirdiler, büyüttüler sözde ormanlarını. Bu arada ormanlarda turistik tesis yapılaşmasına izinler verildiğini anımsayalım. Hatta yakınlarda devlet kendi verdiği ilânlarla yatırımlara açılacak satılık orman alanlarını duyurdu.
Tarihi Kemeraltı’nı egemenlikleri altına alacakları şirketlerini kurdular. Elbette kamu da ortak edildi şirketlerine. Bizim paramızla bizim olanak ve yeteneklerimizle tarihsel alanlarımıza, anılarımıza el koyuyorlar.
Kültürpark’tan ayrılarak İzmir’ in gereksinimi olan otogarın yerleştirildiği alanla başladılar Kültürpark yağmasına. Çeşitli nedenlerle beceremediler; alanı adı Basmane Çukuru’na çıktı.
Yandaş sermaye ülkeye de egemen İzmir’e de. Canı ister BMC’yi alır canı ister bir koyu alır. Canları epeydir de Kültürpark’ı istiyor!
Betonkente döndürülen; önce yakılarak sonra da yıkılarak yok edilen kentin “vahası” Kültürpark’ta sıra. Uygun Belediye Başkanları ile ağır ve güvenli adımlarıyla ilerliyorlar. Sermayedarlar kente karşı elbirlik güçbirlik savaşıyorlar. Amaçları kentin tek yaşam kaynağı alanını sermayelerine katarak büyümek. Kente adamakıllı egemen olmak istiyorlar.
Oysa herkesin bildiği gibi orası, genç cumhuriyetin yangın yerinde yeşeren Kültürpark’tı. Rusya’nın başkentindeki Gorki Parkı’ndan örneklenmişti. 1936'da kuruldu, üç yıl sonra 1939'da park güneye doğru 60.000 m genişletilerek 420.000 m büyüklüğe ulaştı. Çeşit çeşit ağaçlar, çiçekler, böcekler, kuşlar, sincaplar, papağanlar... Yaşamı sürecinde oluşturduğu bu muhteşem ekosistemi kente hediye etmişti Kültürpark.
Sermaye için kentin doğasının, ekolojisinin, yaşamının bir önemi olabilir mi? Onlar için burası ballı kaymaklı bir kazanç alanıydı! Yaşama ve halka terk edemeyecekleri bir kâr ve egemenlik alanıydı.
Ama kent tabii ki, sadece onlardan ibaret değildi. Kentin sahipleri vardı. Bu sahiplerden biri olan Kültürpark Platformu yaptığı basın açıklamasında şöyle haykırıyordu: "Kültürpark'ın sermayeye teslim edilmemesi, kurucu iradenin görüşü ve parkı kurma nedeni olan “Halk Okulu” için ne FUAR ne İZFAŞ ne yapılaşma ne de uluslararası etkinliklerin zorunlu olmadığına, Kültürpark’ta adı ne olursa olsun ticari faaliyetlere yer olmadığını; İzmir’e ve ülkeye vasiyet edilen Kültürpark’a, kentimizin simgesine, anılarına, geleceğine sahip çıkacağımıza söz verdik."
Ülkede Cumhuriyetin hiçbir değeri bırakılmadı, kökten kazındı ve yok edildi hepsi; adım adım, sabırla.
Şimdi sıra İzmir’ deki son Cumhuriyet değerlerine geldi. İzmir İktisat Kongresi’ nin yapıldığı bina yıkıldı önce. Kimseden ses yok! Mezbelelik bir alan olarak Konak Meydanı’nda boş bir alan şimdi...
Sırada “Halk Okulu” olarak düşünülen gerçekleştirilen Kültürpark var. Önce altı üstü otoparka sonra pazaryerine çevrilen; itibarsızlaştırılan, gözden çıkartılması sağlanmaya çalışılan... Emniyet Müdürlüğü’ nün bir biriminin konuşlandığı ama serkeşlerin cirit attığı, Büyükşehir Belediyesi’nin deprem bahanesiyle çöreklendiği Kültürpark. Bizim Kültürpark’ımız; Lozan Kapısı, Montrö Kapısı, 9 Eylül Kapısı, Cumhuriyet Kapısı ve 26 Ağustos Kapısı ile bizim olan.
Başkanlarının parti adlarına aldanmayın hepsi aynı amaca farklı zamanlarda farklı yöntemler için gereksinim duyulan sermaye atanmışlarıdırlar; yoktur birbirlerinden farkları.
Kültürpark platformu’nun sesini duyun! Kültürpark Platformu gibi Kültürpark’a sahip çıkan kentimizin kültürünü, çevresini, ekolojisini koruyan gerçek sivil toplum örgütlerine sahip çıkın, destek verin, eylemlerine katılın.
Başka İzmir yok ve direnmezsek de kalmayacak. Haydi hep birlikte!