Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine tartışmalar başladı.

Anayasa Mahkemesi, AKP ve MHP tarafından birçok kez hedefe konularak, yeni anayasa tartışmaları sürdürülmüştü. MHP kapatılması gerektiğini bile açıklamıştı. Son olarak Ekim ayında Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmaları Vakfı-SETA-kurucu direktörü İbrahim Kalın’dır-, “Cumhuriyet’in Yeni Yüzyılına Yeni Anayasa” başlığıyla rapor hazırlayarak AKP’nin yol haritasına ve ihtiyaçlarına işaret etmişti.  Yayınlanan raporda Anayasa Mahkemesi’nin yargısal aktivizmine vurgu yapılarak, yargı ve anayasa mahkemesi arasında yaşanan krizlerden örnekler verilerek, yeni bir anayasa ihtiyacı rotası belirlenmişti.
 
“MHP ve AKP arasında çatışma”, “klikler arası atışmalar” üzerinden Erdoğan’ın pozisyonunun ne olacağı merak ediliyordu. Erdoğan, "Yargı kurumlarının kararları da tartışılabilir. Türkiye'de, yüksek mahkemeler dahil hiçbir organ, hiçbir kurum eleştirilemez değildir. Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır, yasalardır. Gerekirse anayasa ve yasa değişiklikleri dahil tüm yöntemleri kullanarak, tekrar böyle bir tartışmanın ortaya çıkmaması için gerekenleri yapacağız." açıklamasında bulundu. Erdoğan partisinden yargıtayı eleştiren arkadaşlarına ise, “Yargıtay’ı yerip, Anayasa Mahkemesi’ne övgüler düzüyorsa onlar da yanlış yapıyorlar. Bizim birimiz hepimiz, hepimiz birimiz anlayışıyla hareket etmemiz lazım. Buralarda kalkıp da birilerine şirin görünmenin anlamı yok” dedi. Tek adamlığını hatırlatacak biçimde “birimiz hepimiz” diyerek, “ben bir şey demeden nasıl açıklama yaparsınız” demeye getiren Erdoğan, uzun zamandır planladığı anayasa değişikliğini hızlandıracağını beyan etmiş oldu.
 
Esas olarak üretim biçiminin belirleyiciliğiyle birlikte sermaye partileri iktidara geldiklerinde, kendine özgü ve ihtiyaçları için hukuksal kurumlar için mücadele etmiş, yönetim tipini ve tarzını bunun üzerine inşa etmiş veya etmek istemiştir. Erdoğan da iktidarı boyunca yolundaki engelleri aşmak üzere kendi ihtiyaçları için “anayasa değişikliği” tartışmalarını başlatmaktan hiç çekinmemiştir. “Vesayet”, “darbe” vb. laflarla anayasa değişikliği için halktan oy istenilmesine rağmen esas dertleri; kendi ve temsil ettiği cephenin amasız, fakatsız, tartışmasız tek güç olmasıdır!  Hızlı hareket etmek, hızlı karar almak üzerinden başkanlık sistemini onaylatan Erdoğan, hızlı biçimde muhalifleri yargılama isteğinin de bu sefer ihtiyacına işaret etmiştir.

Erdoğan ve cephesinin demokrasi ve insan haklarına dair en küçük derdi olmadığı açıktır. Ancak muhalefetin ise ne yazık ki, “geriden gelme” gibi bir özelliği bulunmaktadır.

Burjuva partiler arasında cereyan eden “anayasa”, “hukuk” tartışmaları; demokrasi, insan hakları gibi kavramlarla sürdürülüyor olsa da esas dert güç savaşında, mevzi kazanmak/kaybetmek biçiminde ele alınmıştır. Siyaset ve üretim ilişkileri son kertede hukuku dizayn etmiştir. Ülkemizde özellikle muhalefet için siyaset kavramı ise hukuk devleti ile sınırlı bir savunmaya indirgenmiştir. Hukuk kavramı bu anlamda siyaset üstü, sınıfsız, zümresiz bir üst başlık olarak gösterilmek istenmiş, “kutsal anayasa” çığlıkları devletin eski sahiplerince sık sık gündeme getirilerek; muhalefet, anayasal sınırlara hapsedilmek istenmiştir. Oysa çok övünülen anayasa mahkemesi, demokrasi mücadelesine karşı birçok karara da imza atmıştı.

Her ne kadar burjuva muhalefet demokrasi, insan hakları dese de basın özgürlüğü, anayasanın korunması için verilen mücadelede CHP, İYİP gibi partiler, yaptıkları açıklamaların sonuna “yabancı sermayeyi korkutmak” vurgusunun monte ederek esas niyetlerini de birçok kez belli etmişlerdir. Ne yazık ki bazı sosyalist partiler bile “kutsal anayasa” sınırında açıklamalarla süreci okumak istemiştir.

Halkçı, demokratik bir anayasa için açık, net ve birleşik bir mücadele zemininde buluşulamadıkça; Erdoğan’ın “yeni”sine karşı “eski”yi savunur bir pozisyonla sınırlı bir mücadele hattına sıkıştırılmak istenmektedir. Elbette burada söylenmek istenen Can Atalay için verilen haklı mücadelenin “önemsiz” olduğu veya kazanılmış haklar için mücadelenin ötelenmesi değildir. Elbette sonuna kadar mücadele edilecektir. Erdoğan’ın bu hamlesi faşizmin inşası için diğer hamlelerine göre çok daha tehlikelidir.

Ancak rotasız bir hareket ile mevzi savaşları vererek nereye kadar gidilebilir? Erdoğan ve şürekasının “tek”leyen kutsallığına karşı gerçekten halkçı bir anayasa için mücadele etmek gerekmez mi?
 
Mahalle, sokak, fabrika her nerde ise yapılan eylemler, verilecek mücadele; talep edilecek halkçı, demokratik bir anayasa ile ete kemiğe büründürülürse mücadele başarıya ulaşacaktır.