19 Kasım 1977 günü “İzmir Gazetesi”, 93 harbi sonrasında kaybedilen topraklardan gelen Bulgaristan macirlerini “Vatanlarından dur ve mehcur olan Dobruca ahali-i biçeregânından bir haylisi dünkü gün Dersaadet’ten vürud eden Avusturya posta vapuruyla İzmir’e gelmiştir” diye duyuruyordu. Hatice bunlardan birisiydi. Rus, Dedeağaç’a gelecek haberleri geldiğinde yedi kardeştiler. İstanbul’a vardıklarında 5 kalmışlardı. İzmir’de de beş kardeş olarak inmişlerdi ama daha kayıt edilmezden evvel, üç kız kardeşini kaybetmişti. Çok sonradan öğrenecekti, vapur ile geldikleri bu iskelede, bu aylardır yolda olan, açlık ve sefaletle zayıflamış, bitlenmiş, yol bilmez, iz bilmez, yazılanı anlamaz, konuşanı ikileten çocukların çalınıp İzmir konaklarına hizmetçi yapıldığını.
Mutasarrif Abdülhamid Ziyaeddin Bey, İstanbul’a geçtiği raporda onlar hakkında şöyle yazacaktı. “Muhacir kabilelerinin memleketlerinde sahip oldukları vahşi adetlerini burada terk etmemeleri, kabile ileri gelenlerinin burada da bu adetleri devam ettirmek istemeleri başka bir sorundur. Diğer bir önemli husus ise iskân memurlarının durumudur. Bunlar “liyakatsiz ve hamiyetsiz” kişiler olup yolsuz işlere bulaşmakta, kabile reisleri ile anlaşmakta, ölümleri gizlemektedirler. Yerli ahali ise kendi vaziyetinin kötülüğünden misafirperverliğin gereğini yerine getirememekte, yer yer de sahipsiz ve düşkün muhacirlere kötü muamele etmektedir. Bütün bu sebeplerle yerleşti denilen muhacirlerin yaklaşık üçte biri hatta yarısı diğer bölgelere dağılmaktadır. Bu yüzden hazineden yapılan masraflar boşa gitmektedir. Bunun önüne geçmek için yerinde teftişle ne kadar muhacir iskân edildiği, ne kadar arazi üzerinde ve ne ölçüde üretime geçilebildiği, ölen-kalan tespitinin yapılması, harcanan paraların miktarı öğrenilip kaydedilmelidir.”
1891 yılına kadar, İzmir yöneticilerinin İstanbul’daki defalarca “İzmir’in macirlere doyduğu, iskan edilecek yer kalmadığı” uyarılarına rağmen İzmir’e yaklaşık yetmiş yedi bin macir gönderildi. Şehrin o zamanki nüfusu yüz bin civarındayken, şehre neredeyse şehirdeki müslümanlar kadar macir getirilmesini şehir kaldıramadı. Yeni macirler şehrin etrafında ve tepesindeki şimdiki adlarıyla Ballıkuyu, Aziziye, Kadriye, Duatepe gibi mahallelere yerleştirildiler. Ekseriyetle çiftçi olan bu ailelerin, belli çıkarlar nedeniyle şehir merkezine yerleştirildikleri aşikar. Tüm bunlara rağmen, bu işi düzenlemeye çalışan, macirlerin ihtiyaçları ve sorunları ile ilgilenen bir “muhacir komisyonu” kurulmuş ve bu komisyonun başındaki Helvacizade Emin, şehirde belediye başkanına denk bir itibarda ve yetkide bulunuyordu. Hatta geçici bir süre belediye başkanlığı da yaptı.
Bu gelen kitle İzmir’i kendilerince değiştirdi. Yemeklerini getirdiler, müziklerini, acılarını ve neşelerini getirdiler. Gözleri yüzleri silindi, bitten arındırıldılar zamanla. Ve torunlarına, İzmir’e geliş hikayelerini anlattıkları zamanlarda İzmir yeni göçler alıyordu. Önce Girit macirleri geldi, sonrasında mübadiller. Ege’nin taşrası, Uşak, Manisalı çiftçiler bir zamanlar İzmirlilerin sayfiye ettikleri yerleri doldurdular. Hepsi yeni mahallelerine, kendi memleketlerini hatırlatan isimler verdiler. Nesiller geçip kendilerine “İzmirliyim” demeye başlayan macirler, Ballıkuyu, Aziziye, Duatepe’deki evlerinden yeni macirler için çıktılar.
93 harbindeki göç, bugün ezelden beri İzmirliyim diyenlerin çoğunun geldiği göçtür. Hoş karşılanmadılar, horlandılar, Rumeli çingeni dendi, kaçırıldılar, iş verilmedi, kendi kültürlerini taşımalarına “barbarlık” dendi hatta bazıları onlar için “İzmir’e yakışmıyorlar, niçin kalıp vatanları için savaşmadılar? Ne çalışmayı ne oturmayı biliyorlar” dediler. Ama işte bundan yüz sene sonra onların torunları şehre yeni gelenleri, yine aynı mahallelerde ağırlamakta, bir zamanlar dedelerine/ninelerine yapılanları onlar için yapmakta ve söylemekte.
Zor günler geçirirken, hayattan keyif almak her geçen gün daha çok zorlaşırken, size uymayan, sizin değerlerinizi ve hassasiyetlerinizi paylaşmayan insanlara kızmak kolay. Onları savunmak çok da takdir edilesi değil sizin için onu da biliyorum fakat, bir “muhacir komisyonları” bile olmayan, dil bilmeyen iz bilmeyen bu insanların İzmir’i değiştirmesine, kendi yaşamlarını kurmalarına, bu şehre hizmet etmelerine, sahiplenmelerine izin vermeniz, yardımcı olmanız gerek. Bu İzmir şehri ki her evladını güneşiyle birbirine benzetmiş, en nihayetinde toprağının içine kabul etmiş bir şehirdir. İzmirli olacakları hor görmeyin İzmirliler. Bu şehre ve atalarımıza yakışmıyor.