‘Aydın’ımızın en belirgin özelliği, eleştiri karşısında ilk ağızdan hemen savunmaya geçmesi, ardından saldırganlaşmasıdır. Kim ki ikili ya da toplu sohbetlerde “Canım, eleştiri tabii ki çok gerekli” demişse, bilin ki oradaki en dayanıksız ve feodal, odur. Biraz sert girdiğimin farkındayım ama yazık ki bu, bizim gerçeğimiz. En aydın geçinenimiz bile eleştiri karşısında soğukkanlılığını üç, bilemedin beş dakika sürdürür, altıncı dakikada yüz kasları gerilmeye başlar. Ben, yazdıklarını eleştirdikten, yanlışlarını gösterdikten sonra dost kalabildiğim kimseyi hatırlamıyorum. Uzun yıllar önce Asım Bezirci benim şiiri bırakıp eleştiriye geçmemi istemiş, “fakat” demişti, “İsa gibi çarmıha gerilmeyi de göze almalısın.”
Memet Fuat da YKY arasından çıkan Eleştiri Üstüne adlı kitabının Kendini Ölçüt Sanmak başlıklı yazısında şöyle diyor: “Diyelim bir eleştirmen yeni bir akım üzerine olumsuz bir yazı yazmış. Hastalığın belirtisi şu: O akıma bağlı sanatçılar, yaptığı eleştiriler yerine, eleştirmeni ele alıp ahmaklığından ayılığına kadar dümdüz giderler. İnce alaylı adlar bulunur, yakıştırma öyküler anlatılır, sonra da sağda solda dolaşılarak bunların yayılmasına çalışılır.” İşte bu yüzden de “Türk edebiyatı, sezgi gücü, sanatı koklama gücü kalmayan bir eleştirinin eline düşmüş görünüyor.”
Bana İzmir’deki bazı ‘edebiyat çevreleri’ni de hatırlatan şu satırlara ne demeli? “Birtakım sanatçıların, yazarların birbirine sokulup bir çevre kurmaları, yazılarını yargılarını dostluklara, sevgilere açmaları ısınamadığım işlerden. Eleştirinin başladığı yerde dostluklar, adam kayırmalar sona ermelidir bence. Yayvan, yayık, yapışkan dostluk anlayışlarından hiçbir zaman hoşlanmadım, tadına varamadım o gevşekliğin.” (…) “Her dediğine kafa sallayan kişilerden, yaptığı her işi beğenenlerden ürkmeli insanoğlu. Hele sanat alanında… Dostluk kavramını çamura bulayan o gibi kimseleri düşmanlarımızla bir tutmamız gerekir.”
Peki, bizde eleştiri geleneği var mı? 15 Şubat 1960 tarihli Varlık dergisinde kendisiyle yapılan bir söyleşideki yanıtı şöyle: “Bana sorarsanız ülkemizde sağlam bir eleştiri geleneğinin kurulmasını isteyenler önce parası çok, aklı kıt bir yayıncı arayıp bulmalıdır.” Belki bir zamanlar vardı böyleleri, her şeyi göze alanları, ama artık yok. Vaktiyle İzmir’de yaşayan, çocuklar için yazdığı kitaplarıyla tanınan bir kadın yazarın öykülerini Ankara’da yayımlanan bir dergide eleştirmiş, yanlışlarını göstermiştim. Darıldı. Çünkü dokunmaya gelmiyor bazılarına, dokundunuz mu yanıyorsunuz, her yere jurnalleyip tecrit etmeye çalışıyorlar. Demokrat, aydın, ilerici, hatta devrimci filan geçiniyorlar ama tutum ve davranışlarıyla bunların hiçbir olmadıklarını kendileri de biliyorlar. Çünkü eleştiriye katlanamıyor, eleştirilerden ders alıp kendilerini geliştirmek için çalışmıyorlar. Lafa gelince, ne mangal kalıyor ne de kül!