AKP’nin vatan, bayrak, ezan, refah, adalet, özgürlük söyleminin peşinden giden milyonların bir kısmı, olayın hiç de öyle gelişmediğini anladı. İdari yapılanmada yapılan değişikliklerle birlikte, hayali senaryolar ve hayali tanıklarla devlet kurumlarının etkinliği ortadan kaldırıldı, yerine kendi “adamları” yerleştirildi. Ayrıca, toplumda etkin olan STK’ların paralelleri kuruldu ve devletçe bunlara destek verildi. Seçilmiş STK yöneticileri ise tehditle yerlerinden edildi. Toplumun önde gelen düşünce ve eylem adamları ya içeriye atıldı ya da hayali iddialarla etkisizleştirilmeye çalışıldı.
Birçok şirkete akşam el konuldu, sabah başkasına aktarıldı. Şirket sahibi öyle veya böyle aklansa bile, parmaklıklar arasından günyüzüne çıktığı zaman, ne malı vardı, ne de mülkü.
AKP’nin her zaman kurduğu olumlu söylem vatandaşı etkiledi, etkilemeye devam ediyor. AKP’nin ve yandaşlarının iktidara geldiği 2002 yılından bu yana bir uygulaması daha var ki gerçekten başarılı. Her ne karar alınırsa alınsın bunun kararını RTE vermiştir. Ne yapılırsa yapılsın bu RTE’nin talimatıyla yapılmıştır. Hatta RTE “üstü kapalı olarak yapılmasını istediği bir işi yapmayan” Abdüllatif Şener’e” “bunu benim talimatımla yapmadığımızı kamuoyuna söylemeliydiniz” demiştir.
Bu ve benzeri uygulamalar ülkeyi adım adım otokrasi yoluna soktu. Vatandaş da bunun farkında yabancılar da. Yabancıların bir kısmı bunun içinde, finansçılar da sıkı takipte.
Dünyada diplomasi olumlu söylemlerle yapılır. Ne olursa olsun, hayır demezler. Bunu çalıştığım bazı kurumsal şirketlerde ve yurtdışında da yaşadım. Yıllarca Arap ülkelerinde Afrika’da, Orta Doğu’da çalıştım. En ilginç deneyimlerimden birisi de Sudan’daydı. Sudanlılar hiçbir şeye hayır demezler, ancak hiçbir şeyi de yapmazlardı. Hal böyle olunca, işi yapabilmek için stratejimizi de ona göre düzenlerdik.
ABD, AB, Rusya ve Çin de öyle yapıyor. Ülkeleri karşılarına almıyorlar, fakat aralarında “gizli bir ittifak” var gibi. Birbirlerinin altını oymaktan da vazgeçmiyorlar. Ne de olsa dünya çapında egemenlik hedefine giden bir kavga.. Diğer ülkeleri de bu doğrultuda “kullanıyorlar”, ittifaklarla onları yönlendiriyorlar. Ellerinden geldiğince küçük, büyük demeden ülkeleri yanlarına çekmeye çalışıyorlar, onları kendilerine bağımlı hale getirmenin uğraşındalar.
İttifaklar sadece kapalı kapılar ardındaki görüşmelerle değil, kamuoyunun önünde de gösterilir. Bir başka senaryo da, kapalı kapılar ardında anlaşıp, dışarıda kavga ediyormuş gibi görünmektir ki, bunu bir zamanlar yaşadık.
Kamuoyuna açık toplantılardan birisi ABD tarafından düzenleniyor. Adı da Demokrasi Zirvesi. Yüzden fazla ülkenin katılımıyla yapılacak toplantı 9-10 Aralık’ta ABD’nde yapılacak.
Toplantıya davet edilenlerin bir kısmı ABD ile iyi ilişkiler kurma şansını elde edebilirler belki. Peki davet edilmeyenlerin durumu nasıl değerlendirilecek?
Bir zamanlar dünya liderliğine oynadığını kamuoyları ile paylaşanlar, şimdi ne diyecekler. Bizi kıskanıyorlar demeleri yeter mi, acaba?
Davetliler arasında, ülkeye demokrasi getirmek içim ABD tarafından işgal edilen Irak var. Türkiye yok.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Demokrasi ve İnsan Haklarından Sorumlu Müsteşar Yardımcısı, zirvede, son dönemde dünya genelinde demokrasileri tehdit eden gelişmeleri, artan otoriterleşme eğilimini, insan haklarının güçlendirilmesi için atılabilecek adımları masaya yatıracağını söylüyor. "Yolsuzluklara bulaşan aktörler kamu kaynaklarından çaldılar, demokratik yönetimin daha iyi bir gelecek tesis edeceğine olan güveni de erozyona uğrattılar" diyor.
Tamam bizi kıskanıyorlar ama yüz ülke arasında olamamak da prestij kırıcı bir durum değil mi acaba?