Türkiye, ‘dik durmanın’ ne olduğunu unutmuş, ruhunu, midesini, kişiliğini, kimliğini açık artırmaya çıkarmış omurgasız insansı canlı formlarının cirit attığı bir ülke haline geldi.
Özellikle siyaset arenasında bolca var. Evet, eskiden de varlardı ama toplum duyarsız kalmaz, teşhir ederdi. O yıllarda rezil olunabiliyordu. Artık olunmuyor.
Şu termik santraller konusu… Yasaların tümü gibi termik santrallere filtre takılmamasına ilişkin yasa da Saray’da hazırlandı. Emir komuta altındaki AKP, MHP oylarıyla Meclis’te kabul edildi. Öngörülemeyen şey kamuoyu tepkisiydi. AKP li Cumhurbaşkanı, kendi hazırladığı yasayı pat diye veto etti. İlk kez böyle bir geri adım atılıyor. Peki, omurgasız insansılar ne yaptı, dün ‘evet’ deyip canhıraş savundukları ölüm saçan yasa veto edildiği için zil takıp oynadı!..Vallahi bu ülkede rezil olunmuyor, omurgasızlık sınır tanımıyor.
Biz yaşıyoruz, gelecek nesiller okuyarak öğrenecek!..
Tarih elbet AKP iktidarının Türkiye’ye verdiği hasarı, kötülükleri, yaptıkları tahribatı yazacak. Hiç tatmin edici olmasa da, geçmişte var olan güçler ayrılığına dayalı parlamenter laik demokratik sistemin köküne dinamit yerleştirilmesini, insan hakları, ifade özgürlüğü, adalet gibi kavramların hayatımızdan çıkarılışını biz yaşıyoruz, gelecek kuşaklar okuyarak öğrenecek.
Burada yaptığımız aslında bu anlamda tarihe not düşmekten başka bir şey değil.
Sistemi bir kişinin iki dudağı arasına kilitleyen bu gerici zihniyet, bilime, sanata, edebiyata… Yani insana dair tüm güzelliklere en ağır darbeleri vurdu. Türkiye, çağdaşlıkla ilintili tüm değerlendirmelerde, dünya sıralamalarının en altında yer alıyor, adeta sürünüyor.
Ancak yaptıkları en büyük kötülük, eğitim sistemine vurdukları ağır darbeler oldu. Çağdaşlıktan nasibini alamayan kuşakların yetiştirilmesi en büyük emelleri oldu. Bunu iktidarlarının garantisi olarak gördüler. Çünkü okuyan, düşünen, sorgulayan zihinler işlerine gelmeyecek, böyle rahat at koşturamayacaklardı.
O nedenle ne yaptılar, önce ‘arka bahçeleri’ sandıkları İmam Hatip’leri artırdılar. Hedefleri ‘kindar, dindar nesiller’ yetiştirmekti. Ama bu da beklediklerini vermedi, İmam Hatip’ler tercih edilmedi, mecburen orada eğitim alan çocuklar, etki tepki ile bırakın ‘dindar’ olmayı işi ateist olmaya vardırdı!..
Baktılar ki olmuyor bu kez din eğitimini 4-6 yaş arasındaki ana sınıfı çocuklarına dayatmanın yolunu aramaya başladılar ve Atatürk’ün adını da alet ederek devlet okullarının ana sınıflarına ‘manevi değer kazandırmak’ kisvesi ile müftülerin ders vereceği projenin adımını attılar.
‘Canım ne var bunda, çocuklar dinlerini öğrenmesin mi’ denilebilir, ülkemizde yaşayan Musevi, Hıristiyan, İslamın farklı mezheplerindeki ailelerin çocukları dinlerini öğrenmeli, hatta diğer dinleri de bilmeli. Ama hepsine birden, 4 yaş grubundan itibaren İslamın tek bir mezhebi dayatılırsa, burada amaç farklılaşır, siyasallaşır. Din, zorunluluk değil, bir tercihtir.
İktidar, dini kullanmaktan vaz geçecek gibi görünmüyor. Zaten elinde kalan tek argüman bu. Ekonomik koşullar, işsizlik vb. toplumun baş etmeye çalıştığı ne kadar sorun varsa, tümünü unutturmanın yolu dini dayatmaktan geçiyor.
Onlar ne kadar din istismarı yaparsa, biz daha fazla, ‘insanca yaşam koşulları, hak, hukuk, adalet, sanat, kültür, edebiyat ve en önemlisi bilim’ demeye devam edeceğiz.