AK Parti politikalarının neticesi ve küresel rüzgarların etkisi, toplumumuz derin çatlaklarla ikiye ayrılmıştır. Bu ayrım hemen hemen her alandan kendisini göstermektedir. Üstelik bir alanda bir kampta buluştuğunuz kişiyle bir başka alanda derinden ayrılmış farklı kamplara düşebildiğimiz bir ortam mevcuttur. Hal bu vaziyette, bir olmak, büyük krizler karşısında beraber olmak gereği de daha çok hatırlanmalıdır. Hani denirdi ya; milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulan zamanlar, oldukça yaklaşmaktadır.
Rusya Federasyonu’nun Ukrayna işgali göstermiştir ki Türkiye’de nedenleri muhtelif bir ayrım mevcuttur. Bu ayrım PUTİNcilik ve NATOculuk olarak kaba biçimde işaretlenebilir. Bir taraf Putin’in haklı olduğunu, NATO’nun kötü olduğunu, asıl yayılmacı ve işgalcinin NATO, dolayısıyla Batı olduğunu söyler. Bir diğer kesim de Putin’in kötülükte daha ileride olduğunu işaretler. Peki bunlardan hangisi haklıdır?
Bu sorunun cevabı, nereden bakıldığıyla değişebilir. Nihayetinde demokrasi- temsili sistemler, anayasanın gerekliliği, kapitalizm ve komünizm arasındaki tercihler, liberalizme bakış, bireyi ve günü aşan milliyetçi idealler… Bunlara bakışın öznelliği, evrensel bir sonucu ortaya çıkarmayı zorlaştırır. Zaten bu yazının sınırını da aşar. Lakin evrensel kıstaslarla ele alabileceğimiz bir mesele vardır ki o da Cumhuriyetin vatandaşları olarak bizi bir olmaya götürecektir, kuşkusuz (ve umarım).
Tarihsel olarak meseleye baktığımızda bizi birleştirecek mesele gün yüzüne çıkar. Nitekim tarih bize bir şey öğretir; o da Rusya ve sıcak denizlere inme stratejisidir.
Rus Çarlığının güçlenmesi ve 18. asırda Osmanlılarla bire bir askeri mücadeleye girişmesi, yüz yılın sonunda imparatorluğumuzun sarsılmasına ve takip eden 1800’lü yıllarda ancak Batı desteği ile ayakta kalabilecek kadar örselenmesine neden olmuştur. Rusya’nın yer altı kaynaklarına bağlı olarak güçlenmesi ve sanayi orduları kurması, tüm Avrasya’nın klasik zamanlardaki dengesini değiştirmiştir. Nihayetinde Rusya güçlenmiş ve Osmanlı Devleti de zaman içinde tüm Balkanları kaybetmiştir. Son kertede Osmanlıların Balkanlardaki toprak kayıplarında Batı’nın parmağı 3-4 ise Rusların 6-7’dir. Hatırlanacağı üzere Panslavizm bir Rus ideolojisidir ve Osmanlıları hedef almıştır.
Zaten sonrasında gelişecek olan Turancılık da Rusları hedef alacak, Türkiye İmparatorluğu (Fransa belgelerinde Osmanlı Devleti’nden Türkiye İmparatorluğu olarak bahsedilir) ve Rusya arasında geniş Avrasya coğrafyasında bir güç mücadelesi oluşacaktır. İkili arasındaki mücadele, Batı-Osmanlı ilişkilerinin tersine zaman zaman kanun da tanımamaktadır. Nihayetinde yüz yıllar süren diplomaside Osmanlı-Batı arasında bir üslup korunmuştur ama Rus Elçisi yeri geldiğinde Padişaha diplomatik saygıyı göstermemek konusunda ileri gidebilmektedir.
Bu hal aslında ne Rusların kötülüğü ne de bizim yönetimlerimizin şahsi tercihleriyle alakalıdır. Neden, coğrafyanın zorladığı grand-strateji zorunluklarıdır. Yani Rusya’nın sıcak denizlere ulaşma zorunluluğu ve o yolda Türkiye’nin tam kritik eşikte bulunmasıdır. Nihayetinde Türkiye, Marmara Boğazlarının hakimidir ve bu Ruslar için vazgeçilmez bir hedeftir. İşte bu stratejik zorunluluk altında SSCB döneminde de Türkiye ile Rusya karşı karşıya gelmiştir. Hatırlanacağı üzere Sovyetler, İnönü döneminde 2. Dünya Savaşının hemen akabinde bizden şehirlerimizi istemiştir. Orta-uzun vadeli hedef İstanbul’dur.
Nihayetinde de şimdi yine kritik bir eşiğe gelinmiştir. Rusya askeri gücünü kullanmaktan çekinmemekte, hamlelerini yapmaktadır. Türkiye için de birlik olma hali buradan kaynaklanır. Zira yakın gelecekte genişleme siyasetine başlayan Putin rejiminin ülkemizden toprak talep etmeyeceğini kimse garanti edemez.
Bu noktada ise üyesi olduğumuz NATO’nun (özelde ABD) bize bir gün kazık atıp atmayacağı sorulabilir. Evet atabilir. Ama bugün yakın tehlike kapı komşumuzdan gelmektedir. Sizden fersah uzaktaki bir düşman farklı kanallarla dizginlenebilir, elbette alternatif stratejiler oluşturulmalıdır. Lakin evini büyütmek isteyen kapı komşunuz, şu anın ana tehlikesidir.
Nihayetinde de Atatürk yine böyle bir zamanda dememiş midir; “Yurtta sulh cihan sulh.” Türkiye barışı temin etmek için elinden geleni yapmalı, bunu yaparken de Atatürk’ün koyduğu hedef olan, muasır medeniyet hedefinden şaşmamalıdır. Türkiye’nin yeri, hür bireylerden oluşan laik ülkeler diyarıdır.