İçinde bu hikâyemin yer aldığı mizah kitabım yayımlanalı şöyle böyle 30 yılı geçmiş. Şu son sıralar olup bitenlerin toplamı bana bu hikâyemi size de anlatmamı bir bakıma zorunlu kıldı.
Güya olay bizim kasabada geçmişmiş. Günün birinde terzi Şerafettin’in çırağı Rafet, sureti haktan görünerek “Usta be,” demiş, “rüzgâr esmediği zaman nerede duruyor?”
O sırada dükkân içinde sırf muhabbet için oturup duran kasabanın en akil üç beş kişisi, tabii başta Terzi Şero, birbirlerine şaşkın şaşkın bakmışlar. Aslında şaşkınlıktan, hayretten çok soru işaretleri varmış bakışlarında.
Tabii o an pattadanak yanıtlayamamışlar. Kendilerine düşünme fırsatı yakalamak için Rafet’e “Hadi sen kahveye koş da beş çay kap gel” demişler.
Rafet çıkıp gittikten sonra sorularını alenileştirmişler: “Hocam, sen söyle. Nerede durur rüzgâr?”
“Cevat, sen biliyor musun? Üç beş sene Almanya’da kalmışlığın var hani?”
“Sen ortaokul ikiden terksin değil mi Neco? Az buçuk biliyorsundur. Nerede?”
…
Derken çırak Rafet içeri bir tepsi çayla girer. Sorular o an ortada kalır. Fakat o günün akşamı bütün kasabaya yayılır. Kasabanın bütün evlerinde bu tartışılır: “Rüzgâr esmediği zaman nerede durur?”
Tabii her kafadan bir ses çıkar.
Mütedeyyin Ali Hoca, “Nerede duracak yav!” der, “Tabii ki Arabistan çöllerinde.”
Üç beş yıl Almanya’da yaşamış olan Cevat, “Valla,” der, “Ben bir keresinde Almanya’nın Karaormanlar bölgesi derler, orada durup dinlendiğini duymuştum”
Ortaokul ikiden terk Neco ve onun gibilerse güya az buçuk coğrafya bilirlermiş gibi rüzgârı bir kutuplara, bir okyanuslara, bir Sibirya’ya sürüklemiş durmuşlar.
Tabii yanıtı yüzyıllar, hatta bin yıllar önce verilmiş bu sorunun ne kadar saçma olduğunu kimse cesaret edip söylememiş.
Gerek enflasyon, gerek terör ve gerekse siyasetteki şu üslup bozukluğu konu olduğunda TV kanallarında arz-ı endam eden malumatfuruşlar hatırlattı bunu bana.