Savaş, politikanın; NBC’ler dahil silâhlar, ekonomik yaptırımlar, siber saldırılar, vb. yöntemlerle, karşıta zorla ve şiddetle dayatılmasıdır. Bu yollarlar toplumsal, kültürel ve ekolojik yıkımlarla askerî, ekonomik ve siyasal zaferler(!) elde edilmek istenir. Kısa sürede askerî, ekonomik ve politik kazançlar elde edilmiş zannedilse de uzun vadede yaşam yok oluşa sürüklenmektedir; zafer değil, yaşamın toplumsal, kültürel ve doğal alanda yok edilmesi vardır gerçekte! Bu etkiler ne yazık ki, savaş bitirilse bile, nesiller boyu sürmektedir.
Savaşta kullanılan NBC’ler dahil, tüm silah, askerî mühimmat ve diğer araç gereçlerin üretim süreçlerinde olduğu gibi, kullanılmalarıyla da ekolojik sorunlar oluşmaktadır. Üstelik bu etkiler çok uzun yıllar da sürmektedir. Dr. Bülent ŞIK, “…Savaş sonucu açığa çıkan toksik maddeler seyreltilmiş uranyum gibi radyoaktif maddelerden; kurşun, kadmiyum, titanyum, tungsten ve cıva gibi ağır metallere; dioksinlerden, dioksin benzeri PCB’lere ve poliaromatik hidrokarbonlara (PAHs) kadar pek çok toksik kimyasalı içerir. Bu kimyasal maddeler çevreye bulaşarak kirlenmesine yol açıyor. Bu kirlilik kalıcı ve nesiller boyunca da yok edici potansiyelini koruyabiliyor…” demektedir.
Bugün dünyada yaşanan ekolojik krizlerin yüzde otuz dördü savaşlar nedeniyledir! Özellikle askerî amaçlar için yakılan ormanlar, yok edilen veya kirletilen su varlıkları ve tarım yapılamaz hâle getirilen verimli topraklar en büyük ekolojik ve toplumsal yıkımları oluşturmaktadır.
Dünyada şu yıllarda yarısı çocuk olan 66 milyona yakın insan savaş nedeniyle yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Yaşadıkları travmayı ve zorlukları bir düşünün… Yok olan kültürler, yaşatılmamış hayatlar…
Bu koşullarda yaşam savunucusu ekolojistlerin en önemli görevi, yaşamın sürdürülebilmesi için, doğal hayvan ve bitki varlığını; yaşam unsuru olan suları, havayı ve toprakları, kültürleri korumaktır. Bu nedenle ekoloji mücadelesi aynı zamanda bir barış mücadelesidir de.