Her iktidar kendi sisteminin sürekliliğini sağlayabilmek için ideolojik ve kültürel anlamda hegemonya sağlamak durumundadır. Siyasi olarak kazanılmış bir hegemonya, kültürel alanda kazanılmamışsa geleceğini tehdit altında görür. O nedenledir ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 2018 yılında, “Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek” demiştir. “Reformlarla hukuktan ekonomiye her alanda yepyeni bir Türkiye inşa ettik” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 2021 yılında, “Ama tüm bunları yaparken aile, eğitim ve kültür konularında arzu ettiğimiz inkişafı sağlayamadığımızı da kabul etmemiz gerekiyor” sözleriyle hedeflerini özetlemiştir.
Kapitalist sistemin yönetebilme kabiliyeti, toplumun geniş kesimlerince meşru olarak görülmesiyle sıkı bir ilişki içerisindedir. Kendi çirkin yüzlerini makyajlama aracı olarak kültür, sanat ve ideoloji alanını kullanmak isterler. Toplumlar mücadelesinin yansımalarından biri olarak ele alınabilecek sanat biçimleri aynı zamanda toplumu şekillendirecek güçlü bir araç olarak ele alınabilir. Politika ve sanat sarmal biçimde birbirine dolanarak ilerler. “Politik” olmayan, politikadan soyutlanmış tiyatro, dizi vb inşa süreçlerinin kendisi de egemenlerin politikayı inşa ediş biçiminden ayrı düşünülemez. Emek ve sermaye arasındaki çelişki gün gibi ortadayken, ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen ilişkisi açıkça kendisini gösterir ve hayatlarımızı dizayn ederken, atılacak her adım politikanın patikalarına uğramak durumundadır. Çünkü nihayetinde politika, sınıflar mücadelesinin tezahürüdür.
Arnold Hauser, tragedya oyuncuları için, “gerçekte devletin burslu elemanları ve levazımcısıdırlar. Devlet onlara sahneledikleri oyunlar karşılığında para öder, ancak doğal olarak devlet politikasına ve yöneten sınıfların çıkarlarına karşıt eserlerin sahnelenmesine izin vermez” der. Yani tarihsel olarak da tarafsızlık yalandan ibarettir. Sınıflara bölünmüş bir toplumda “aynı gemideyiz” masalının argümanlarından biridir sadece…
58. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazanan Nihal Yalçın'ın konuşmasını keserek, tuhaf bakış ve mimikler eşliğinde elindeki ödülü uzatmasıyla gündeme gelen, Cannes Film Festivali'nde ödül kazanan Merve Dizdar'ın kadın olmanın zorluklarına değindiği konuşmasına tepki göstererek, “Yurtdışında böyle önemli bir ödül alıp ülkesini ilk fırsatta şikayet etmesi doğru gelmiyor" sözleriyle tartışma yaratan Tamer Karadağlı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olarak atandı. “Tamer Karadağlı Mı?” diye şaşıran da oldu, “Aldı ödülünü” diyen de oldu.
Karadağlı taraf olduğu mekanizma tarafından ödüllendirildi. “Nasıl bir kültürel hegemonya?” sorusuna cevap arayanlar için Tamer Karadağlı’nın kişiliği, cevabı içinde barındırmaktadır. Son dönemde kadınlara karşı “alerjisi” ile plaza üst düzeyinde çalışan aile babası ve memleketin tüm dertlerinden sıyırtılmış bir senaryo ile yıllarca karşımıza çıkan Tamer Karadağlı’nın seçilmesi de politik atmosferin doğal bir ürünüdür.
Karadağlı “devletin burslu elemanı ve levazımcısı”ndan öteye geçemeyecektir. AKP’nin, devletin ihtiyaçlarını gidermek üzere müdahalelerde bulunacaktır. Karadağlı’nın Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olması bir tiyatro konusu olabilir ancak Karadağlı’nın başında olduğu kurumdan nasıl bir tiyatro çıkar bilinmez…