İstediğiniz kadar demokratik anayasanız, batılı ülkelerde hayranlık yaratacak yasalarınız olsun, anayasa ve yasaları özgürce ve tarafsız değerlendirecek, uygulayacak “devlet memurları” olmaz ise bunların da bir değeri olmaz.
Madalyonun diğer tarafından bakarsak; bir kurumu hiyerarşi içinde yönetmek dünyanın her yerinde olağandır. Oysa bazı özel gruplarda yetiştirilerek kamu personeli yapılanlar, hiyerarşiyi kurumsal tanımdan değil, özel gruplarda verilen öğretilerden, rütbelerden alırlarsa ne olur? Sekreter müdürden, yüzbaşı generalden daha etkinse, bu düzen Batılı demokratik düzen değil, “aşiret, mafya, tarikat” düzeni olur.
Oysa bir ülkede yaşayan milyonlarca, hatta yüz milyonlarca insan sokağa çıktığı zaman kimin kendisini koruyacağını, devlet dairesine gittiği zaman nasıl muamele göreceğini bilmek ister. Daha sade bir anlatımla devlette ve sokakta eşit olmak ister.
Olması gereken de budur.
Halkın yeterli eğitim düzeyine sahip olmaması veya bazı toplumsal değerleri kullanarak seçmeni kandırıp iktidara gelen bir grup, bundan sonra her şey BENİM derse ne olur? Amerika’da başkana hayır diyen eski Ulusal Güvenlik Danışmanı var, valiler var, belediye başkanları var. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton “Trump seçilmek için Çinlilerden destek istedi, Çinlilerin Uygur Türklerine yönelik toplama kamplarına da destek verdi” dedi.
Trump’ın tepkisi sert: “Bolton kanunlara karşı geldi. Bunlar üst düzey gizli bilgilerdi ve onun açıklama yetkisi yoktu” dedi ve ekledi “Uygur Türklerine yönelik baskı politikalarından dolayı Çinli yetkililere yaptırım uygulanmasını öngören yasa tasarısını ben imzaladım” dedi.
Yani köprüyü geçene kadar Çinlilere ne isterse vermiş, sonra yetkiyi alınca da onlara ticari savaş açmış.
Bu üslup bizdeki bazılarına “ne istedilerse verdik” deyip, ardından onları terör örgütü ilan edip parmaklıklar arkasına yollamaya ve her şeylerine el koymaya benziyor sanki.
Amerika’da her şey sakin, bizde durum öyle değil… Neden?
Orada demokratik istikamette her türlü konuşma ve örgütlenme özgürlüğü var. Bizde ise konuşanların sayısı azalıyor, örgütler dağıtılıyor. Nedeni ise koltuğa yapışırken, batan dikenleri ayıklamak, yok etmek. Peki, koltuktakine batan dikenler neler?
Bunlar öncelikle, siyasal partiler, sivil toplum örgütleri, özgür yönetilen medya ve kamusal nitelikte olan fakat siyasal iktidarın talimatıyla hareket etmeyen örgütler. Bunların başında Türkiye Barolar Birliği (TBB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) gibi kanunla kurulan meslek örgütleri gelir. Sırasıyla 150 bin avukat, 600 bin mühendis, mimar ve 100 bin doktordan söz ediyoruz. Kanunla kurulan bu örgütlerin üyeleri de kamusal görev yapıyorlar. Yani yanlış bir şey yaptıkları zaman görevi ihmal ve sorumluluktan yargılanırlar.
Bu örgütlerin üyelerinin görev tanımı içinde halkın hakkını savunmak vardır. Avukat onları mahkemede temsil eder, mimar-mühendis onun mülküne yapacağı yapıyı güvenli kılar, doktor için bir şey söylemek gerekmez bile.
Siyasi iktidarlar rejimle tam barışık değillerse, ekonomiyi tam yönetemedikleri zaman toplumsal tepkileri baskı ile susturmak isteyebilirler. Siyasal partiler, özgür medya ve STK’ların yanı sıra bu birlikler de hedefe konur. Daha önce doktorlara, mühendislere yapılan baskılardan, tattırılan coplardan bu kez avukatlar nasibini aldı. İşte yapılan yanlışın en büyüğü de bu oldu.
Adaletin temeli olan savunma mekanizmasına indirilen coplar herkesin tepkisini çekti, zira her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının savunma hakkına ihtiyacı var, yani bir avukata ihtiyacı var.
Paralel baro, çoklu baro ile Türkiye’de toplumun temel direklerinden birisini yıkmayı düşünmek ham hayaldir. Avukatlar, doktorlar, mühendisler birer STK içinde bile örgütlenseler yine toplumun büyük desteğini alırlardı.
Kurumlarına inanmayan yönetimlerin sürekliliği yok, her akşam korkuyla yatar, kabusla kalkarlar.