3 bin yıl önce Çanakkale Boğazı'nın güneyinde Anadolu’nun en kuzeybatı ucunda Troya diye çok iyi korunmuş bir kent varmış. Uzaktan gelenler bu kenti almayı başaramayınca tahta bir at yapıp cengâverleri içine saklamışlar.

Troyalılar hileyi yutup tahta atı kente sokunca kent düşmüş yanıp yıkılmış. Troya’nın tahrip edilmesinden sonra Troya askerleri ikiye ayrılmışlar. Bir grup Troya Kralı Priamos’un oğlu Hektor'dan torunu Franko’yu takip etmiş. Ötekiler ise Piramus'un oğlu Troulut'tan torunu Turkus’un peşinden gitmişler. İşte bu yüzden bugün adları Franklar ve Türkler olan iki halk batıya ve doğuya gitmişler. Troya'nın düşmesinden sonra Turkus ve arkadaşları Asya'nın içlerine göç etmişler ve binlerce yıl sonra "Truva’nın şanını" yeniden yükseltmek üzere geri dönme yemini etmişler. Türklerin kökeninde, Troya'dan ayrıldıktan sonra seçtikleri Kral Turkutos varmış.

Etiler, Sümerler ve Luviler nasıl bir anda yok olmamışlarsa Troyalılar da ön Türklerin atası olarak tarihe geçmiştir. Bu topraklarda yaşamış tüm uygarlıklar bizim ortak geçmişimize aittir. Onların bıraktığı eserler gelecek kuşaklara aktarılmak üzere bize emanet bırakılmıştır. Dokuz kez yıkılmış ve terk edilmiş olan Troya, aynı zamanda hemen herkesin oralı olduğu kenttir.

‘Troyalılar Türk müydü?’ tartışması uzun süre devam edecek. Unutmayalım ki Troyalılar Yunancadan farklı bir dil konuşuyordu. Birçok tarihçi Luvice olduğunu iddia ediyor.   

Türklerin Troyalı olduğu iddiası ta 6.yüzyıla kadar gidiyor. Fransız tarihçi Jean Poucet, "Orta Çağ’da ve Rönesansta Troyalı Kökenlilik Mitosu” adlı kitapçığında, 6.yüzyılda yaşamış olan tarihçi Fredegaire'ın şunları yazdığını aktarıyor: "Troyalılar Avrupa'ya geldiklerinde iki kola ayrıldılar. Bir tanesi Francion'lu Frankların, ötekisi ise Turcoth'lu Türklerin ortaya çıkmasına yol açtı. Franklar Ren nehrine doğru yöneldiler, ötekiler ise Tuna dolaylarında kaldılar. Bunlar kendilerine Turcoth adlı bir kral seçtiler. Türklerin adı da buradan geliyor."

Fatih Sultan Mehmet de bu iddiayı destekleyen şeyler söylemiş. Büyük yazar Montaigne bir denemesinde Fatih'in Papa Pius II' ye bir mektup yazarak “Hektor'un öcünü aldığımız halde, niçin bize düşmanca davranıyorsunuz?" diye sorduğunu yazıyor.
1453 yılında İstanbul’u fethedenler yani Türkler, Troya'nın soylu cengaverlerinden Turkos'un torunlarıdır.

Troyalılar tarih ile efsane arasındaki gri bölgede hala Anadolu'nun kültür mirasının, ortak mirasımızın sessiz tanıkları. Bugün ise Doğu ile Batı arasındaki çatışmayı simgeleyen Troya Savaşı, küllerinin altından da olsa hala devam ediyor.

Bu uzun savaşın bir başka evresinde Mustafa Kemal'in Fatih gibi "Hektor'un öcünü aldık" deyip demediğine gelince… Bu yönde çeşitli söylentiler var. Sabahattin Eyüboğlu "Mavi ve Kara" adlı denemeler kitabında Atatürk'ün yanındaki bir subaya "Dumlupınar'da Troyalıların öcünü aldık" dediğini yazar. En büyük Troya savaşlarından biri olan Çanakkale'de yıldızı parlayan ve saldırganlara karşı Asyalarının onurunu korumak için savaşmış olan Mustafa Kemal'in böyle bir şey söylemiş olmasa bile söyleyebileceğini varsayabiliriz. Düşünün ki 1915'te yani tam 3000 yıl sonra aynı yöreye saldıran çok uluslu düşman donanmasının gemilerinden birisi Akhalıların komutanı Agamemnon'un adını taşıyordu.

Troyalıların Anadolu'da yaşamış kavimlerden Sümerler gibi ön Türkler oldukları iddia edilir. Bizler ki bu medeniyet çatışmasında Arap olmadığımız için İslam dünyasında has evlat sayılmayacağımız gibi Hristiyan olmadığımız için de hiçbir zaman dünya vatandaşı görülmemişiz.  
*
Troyalıların destanını anlatan hemşerimiz hemşehrimiz Homeros, kozmik bir bilinmezliğin ortasında hayatın anlamını bulmaya çalışan insanlığın sesidir. Kavimler üstüdür. Bu topraklardan nice kavimler gelmiş geçmiş; Hititler, Akhalar, Persler, İyonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Venedikliler, Cenevizliler, Araplar, Haçlılar, Fransızlar, Ruslar, İngilizler, Yunanlılar ve Türkler. O Troya rüzgârı ise hep esmiş ve birileri birilerine anlatmış bu öyküleri…

Helenleşme döneminin başlarında yaşamış olan Homeros belki de evinde Luvice sokakta ise Yunanca konuşuyordu. Anlattığı destanın kökenlerinde Anadolu'nun derinliklerinden gelen motiflerin bulunması sizce neyin işareti? Yoksa o da bizim gibi bir sentez miydi? Dışarıdan gelen, buralı olanın özgün bir birleşimi miydi?

Troyalılar yani Türkler geri mi dönmüşler anavatanları Anadolu'ya?
Biliyoruz ki buralar yüzyıllardır bize emanet. Buraya gelecek gezginler bizim ziyaretçilerimiz olacak.  Çanakkale'deki rüzgâr, İzmir'deki imbat, yüzyıllardır bizim yüzümüzü yakıyor ve pembeleştiriyor. Hisarlık'taki tepenin üstlerine çıkınca rüzgârın hızı artıyor. Güneye doğru delice esince Çeşme'nin Ildır Köyü'nde kesiliyor, sakinleşiyor. Orada imbata dönüşüp Kadife Kale'nin tepelerine serpiliyor.  Bize Bozcada'nın selamını ulaştırıyor.

Satırlarımı bitirirken, eski zamanların eski uygarlıklarının öyküsünden günümüze uzanmak istiyorum. Bu yazıma kaynaklık eden “Troyalılar Türk müydü” kitabının yazarı Prof. Dr. Haluk Şahin’e getirmek istiyorum sözü. Değerli gazeteci, güçlü kalem, yılmaz yorulmaz güçlü kalem sevgili Şahin, sözünü ettiğim değerli eserini benim için imzalama inceliğini gösterdi. O güçlü kalemden çıkan imza sözleri ile yazımı sonlandırıyorum:

“Troyalılar'dan Sevgili Semra'ya” diye yazdığı cümleye ben de onu şu dizelerle selamlamak ve sözümü bitirmek isterim:
GELDİLER BİLİNMEZ KARANLIKLARDAN
YAŞADILAR ANADOLU AYDINLIĞINDA
O GÜZEL ATLARA BİNİP
ÇEKİP GİTTİLER BİLİNMEZ KARANLIĞA”