İlkokul 1. Sınıftı... Herhalde buçuklu sayıları tam olarak anlayamamışım.
Bir sınav kağıdımda 3,5’dört yazdığında o cüce boyumla orantısız bir öfkeyle öğretmenime isyan etmiştim: “Bu ne demek?”
***
Balık hafızalı biri olarak o günü o kadar iyi hatırlıyorum ki!
Bir karış boyu olan çelimsiz kız çocuğu sınıfın ortasına bas bas bağırıyor.
Sınıf öğretmeni çok acımasız bir kadındı.
Ödevini yapmayanları daha doğrusu eksik yapanları öyle bir döverdi ki...
Sıra arkadaşım Nagihan sınıfın ortalama kilosunun yarısı kadar kara kuru bir arkadaşımdı.
En çok onu döverdi.
Şimdi düşünüyorum da zaten o halimle bile o öğretmene büyük ayardım.
***
Neyse işte o gün buçukları kafam basmamış olacak kadına dedim ki burada hem 3 hem 5 hem 4 var.
Kafam basmamış 3,5’tan 4 nedir...
O küçücük çocukları acımasızca döven kadın benim bacak kadar öfkeme, sorgulamama teslim oldu ve “Tamam Öncel’cim sakin ol kızım” dedi. Hiç unutmuyorum.
Sonra okula annem çağırıldı, “çocuğunuzun psikolojik sorunları var” falan denildi.
Benim Ege Üniversitesi Hastanesinin koridorlarıyla tanışmam ilk böyleydi.
***
Sonra orta okul... Migren tanısı...
Sonra lise... Evimize dışarıdan biri katıldı ve 16 yaşımda iken anneme dedim ki “yanlış ata oynuyorsun.”
Annem yine dedi ki “sen zaten çok acayip bir çocuksun ben seni hiç anlamıyorum!”
Buraları çok özel, paylaşmak istemiyorum.
Aile bağı denilen dünyanın en palavra düğümleriyle elimiz kolumuz bağlanmış.
Eşek kadar olmuşuz hala travma kelimesinin hakkını vermekle uğraşıyoruz.
Ah ne hazin!
Bunları yazarken yeni yeni tanıştığım bilinçaltım diyor ki geç kızım bu kısmı geç!
***
Geçtim... Ve yıllar sonra benim dediğim çıktı.
Bütün ailem, sevdiklerim yanlış ata oynamışlardı.
O yanlış seçim yüzünden en çok zararı gören, en sevdiğimi korumak kollamak yine bana düştü.
Ama adımız çıkmış ya bir kere...
Yine kimseye yaranamadım.
Yaranmak için değil, gözünün yaşına kurban olup kendimi mal gibi öne attığım o insan bile bana bir gün dönüp dedi ki “ben seni zaten hiç sevmiyorum ki!”
Dünyanın en sahte ilişkinin akrabalık ilişkisi olduğunu anladığım an...
Birinci derece kan bağı demeye utandığım an da bu sevgili okur dost...
***
Ben hep ailenin, ortamın, ilişkilerimin delisiydim.
Önceleri bu durumu çok kafaya taktım.
Kendimi çok sorguladım.
Ama ruhum, etlerim param parça ısırıldığında bir şeyi fark ettim...
Benim iyi niyetim aptallık, fedakarlığım enayilik olarak algılanmış.
Tahrik edilmiş, sağıma soluma çomak sokulmuş... Sabrım sınanmış.
Sonra ben planlı programlı delirtince arkamdan “aaa bu deli ayol” denilmiş.
Öyle bir manipülasyon ki neredeyse beni bile kandırmışlar. Kandırdılar.
Ah neler yaşadım bir bilseniz...
***
Sizsiniz ulan deli!
Sizsiniz ulan kötü kalpli!
Teslim olmadım bana yüklemeye çalıştığınız role...
Tek zaafım kendi merhametimdi.
Şimdi şunu öğrendim: Kötülüğe yenilip aynı frekansla cevap verme kızım... Ama peygamber de değilsin, diğer yanağını dönme ya de affetme...
Bu dünyada çok insan var.
Senin öfkenle değil neşenle beslenecek insanlar.
Bul onları.
Bulur onlar kendi gibi canı yananları...