Baştan öyle değildi. Kitabınızı matbaaya parayı basıp çıkarıyordunuz. Daha açık söyleyeyim: Bir matbaaya gidip dosyanızı veriyordunuz.
Matbaa size bazı sorular soruyordu: Kaç gram kâğıda basılacak? Kapak dört renk mi olacak? Kitap kaç formaya bağlanacak, filan. Çünkü bütün bu soruların yanıtı para demekti. Anlaştıktan sonra kitabınız basılıyor, siz de matbaaya gidip alıyordunuz. Diyelim bu bir şiir kitabı. Yıllardır yazıp yazıp biriktirdiğiniz, göz nurunuz gibi sakladığınız şiirleriniz… Sırtlanıp evinize getiriyordunuz. Sonra sıra şiirlerinizi -varsa!- okurlarla buluşturmaya geliyordu. Çevrenizde sizin gerçekten de şair olduğunuza inanan yeterli sayıda dostunuz varsa sorun hem vardı hem yoktu. Kitaplarınızın eş-dost aracılığıyla ücreti ödenerek dağıtılması tabii ki istenen bir şey, fakat kazın bir de öteki ayağı var: Hani o arkadaş, eş, dost sandığınız çevreniz var ya, onlar kitabınızı hem imzalı, hem bedava isterler. Öyle ya canım, parayla almaları ayıp kaçmaz mı? Siz de “Canım senden de mi para alacağız!” dersiniz, süreç böylece başlamış olur.
Sürecin ilerleyen zamanlarında dergilerde görünmeniz, yeni kitaplar çıkarmanız beklenir. Böylece tanınmış biri olmaya başlamışsınız demektir. Ola ki bir yayınevi kitaplarınızı telif karşılığı yayımlamayı istesin, işte o zaman yırttınız demektir. Neden? Çünkü yazdıklarınızın bir karşılığı olacaktır. Çünkü meslekten birisiniz artık. Yani size rahatlıkla “yazar” ya da “şair” denilebilir. Test edilmiş, okur tarafından onaylanmışsınızdır. Şimdi sıra öteki aşamaya gelmiştir: Medyatik olun. Yazılı ve görsel medyada adınız geçsin. Becerebilirseniz bir yanınızla köşe yapın; bazı çılgınlıklar, aykırı şeyler filan… Hakkınızda bazı söylentiler çıksın. Siz de yaşama biçiminizle o çılgınca denilen dedikoduları besleyin. Gizemli biri olun. Belli bir tanınmışlığa erdikten sonra sözgelimi ortalıkta görünmeyin, basına demeç vermeyin, sevgililer edinin ve onlarla akla hayale gelmedik delilikler yapın. Sizinle ilgili her şeyi dışarı çıkaran birilerini de beslemeyi unutmayın bu arada. Haa, yayınevleri arasında gezinin, yani transfer falan olun. O yayınevinden ayrılıp bu yayınevine, ardından şu yayınevine geçin.
Nereden nereye geldik. Epey oldu: Birilerinden birileri bir dergi çıkarmaya soyunmuştu. Çevredeki yazarlara, şairlere haber salındı. Filan yerde toplantı var, tez gelin, diyerek. Aşağı yukarı yirmi kişi bir araya geldi ve toplantı başladı. Derginin sahibi olacak zat henüz üç beş cümle kurmuştu ki edebiyatçı olmadığı belli biri oradan bir sandalye çekip patronun yanına oturdu ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Patron, elini cebine attı, bir tomar para çıkardı, saydı etti, ona verdi. Parayı alan zat hemen kalkıp gitti. Az sonra yazarlardan biri patrona çıkarmayı düşündüğü dergide yazarlara ne kadar telif vermeyi düşündüğünü sordu. Patron, bunu hiç düşünmediğini söyleyince o yazar, öyleyse derginizi yazarsız çıkarabilirsiniz, diyerek toplantıyı terk etti.
Ben söyleyince kızıyorlar: Biz hâlâ feodal dönemdeyiz. Kapitalist bile olamadık. O yüzden sosyalizm şimdilik uzak, hem de epey uzak.